RTÜK başkanı var, adı Ebubekir; soyadı da, daha yeni öğrendim, Şahin. Nasıl olsa hangi soydan olduğunu bildiğim için herhalde…
Ne demişti Ebubekir, mealen: Yangından söz edin, ama öyle alev falan göstermeyin; cezanız büyük olur. Geçen sene de şöyle demişti: “Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından talimat ve telkin olmadı, ama olursa devletimizin başıdır, onun talimatları ve telkinleri devletin bütün organlarını ilgilendirir. Talimat ve telkinlerini emir telakki eder, başımızın üstüne deriz”.
Önce bu adam istifa etmeli demiştim; ‘görevinden affını rica ederim’. Ama aslında yine kendisi gibi yeni bir adam bulur onlar. Meclisteki muhalefete düşen bir görev var, ama yapmıyorlar: Çek RTÜK’ten kendi gönderdiğin üyeleri, fiilen gayri meşru hale düşsünler.
Devlet 4-5 uçağın tamiri için 4 buçuk-5 milyon dolar bulamıyor. Sırf Ankara’daki saray için bile günde en az bir milyon dolar harcanıyormuş. 4-5 milyonu bulamayan devlet büyük yangın çıkınca diyor ki, bizde böyle uçaklar yok, onlar nuh-u nebiden kalma. Ve bu arada Senegal’e en az 32 milyon dolar hibe yapılıyor. Daha geçenlerde Kıbrıs’a tam sekiz uçakla gidiliyor. Başkanın emrinde, biri sekiz diyor, bir sürüsü de en az 13 diyor, uçak var; bunlardan sırf birini, haydi diyelim ikisini satsalar uçaklı-helikopterli tam bir kaynak bulunacak ormanları kurtarmak için. Sırf kendi zırhlı aracını götürmek için Amerika’lara , acaba kaç milyon dolar harcandı bizim cebimizden.
Bunlar korkunç; ama daha korkuncu, millette de bu uçaklar satılsın diye tek bir hareket yok.
Ordunun yangına müdahalesi günler sonra ve de çok eksik: Sadece 400 kişilik; üstelik de ancak Azerilerin yardım diye gönderdiklerinin asker çıkması üzerine.
Birçok yangın bölgesinde jandarmalar daha yangın köye ulaşmadan halkı zorla boşalttırıyorlar; sonra gelip yangın köyü tümüyle yakıyor. Bazı köylüler jandarmaya görülmeden tekrar köylerine dönüp malını mülkünü iyi kötü koruyabiliyor, ama bunlar çok az. Bu arada Emniyet genel müdürlüğü de TOMA’larının bir kısmını yangın bölgesine gönderiyor, ama yangın başladıktan 10 gün sonra.
Yangının ilk gününden itibaren, en başta Tarım ve bilmemne Bakanı olduğunu söyleyen kişi olmak üzere birçok saray görevlisi -kendilerini ‘bakan’ biliyorlar (mı?)-, sadece birbirleriyle değil, kendilerinin bir önce söyledikleriyle de çelişkili sözler söyleyip dolanıyorlar; ancak burada da, yine başkanın hakkını vererek: Millet havada önce uçak, sonra da helikopter görüp seviniyor, ama bir de bakıyorlar ki, bunların getirdiği su falan değil, Başkan. Ama bu millete bu da yetmez: Sadece otobüsün etrafında toplananların değil, sokakta yürüyenlerin kafasına da torbalara doldurulmuş ‘huzur çayı’ ve de oyuncak kutuları atılıyor; başkan, önce yardım edenlere teşekkürlerini bildiriyor, sonra da yardım edecek olanlara hakaretlerini.
Bu arada, Meclis’teki muhalefete tekrar dönelim: Kendilerine hakaret yağdıran saray memurlarını boykot etmiyorlar, anayasaya aykırı torba yasalarının tartışmasına katılıyorlar, kendi seslerinin kesilmesine yönelik maskaralıkların oylamasında yer alıyorlar: Ayıptır, ayıp… Bu arada HDP’nin anayasa üyelerinin tespiti konusundaki tavrı örnek olmalı; yani Meclis doğrudan doğruya terk edilmeli.
Hemen hemen herkes bunların yeteneksizliğinden , itibara değil de itaate önem verdiğinden vb… bahsediyor. Oysa esas mesele çok daha derinde: Şu anda iktidarda olanların aklı ümmete kilitlenmiş; tabii temel emelleri cumhuriyeti yıkmak. Son yangında yanan, yakılan veya yanmasına göz yumulan yerler, neredeyse tümüyle de muhalefetin elinde. Bunların kafası aynı toprakları, iklimi, havayı, ormanları paylaştıkları insanları, kısacası aynı vatanı, aynı yurttaşlığı değil, aynı inanç, aynı mezhep birliğini savunan bir kafadır; yani bir arada yaşama bilinci yoktur bunlarda. Aynı toprağı paylaştığı komşusunu soyar, olmadı öldürür; ister Filipinler’de olsun, isterse de Paraguay’da ümmetdaşı uğruna, yeter ki cumhuriyet yıkılsın.
Irak’tan Suriye’ye, enternasyonal katil El-Beşir Sudan’ından nekrofil Mursi’nin Mısır’ına, Taliban eşrafından Somali’ye ve ufak tefek Afrika ülkelerine, Katar ve Libya’dan Afganistan’a kadar yayılmak, taa oralara bizim çocuklarımızı kurbanlık koyun olarak gönderip, bir yandan Amerikan desteği alırken esas olarak da kendi iktidarını ülkemizde devam ettirmek. Nüfusunun neredeyse yüzde onunu, belki de daha fazlasını ‘göçmen’ olarak almak, tabii İslam ülkelerinden, hiç de boşuna değildir; “ama neyse Taliban’dan öyle pek bir farkımız yoktur” diye diye.
Yaptıkları iş, cumhuriyeti, kendi içinden bölüp parçalamak –bu arada, son yangın yeri büyük ölçüde Muhalefete oy vermiş bir alan-, sınır güvenliğini ellerinden geldiği kadar azaltırken, ülkeyi kendi ümmetdaşlarına sonuna kadar açmak, yani SADAT planlarının alt-yapısını hazırlamak, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı “help Turkey’ diyenleri soruştura dursun.