Son baskında 41 işçi öldü (-mü, yoksa öldürüldümü): “Kaderin planı”ymış. Bu ‘kader planı’ niye istisnasız hep yoksul ailelerin çocuklarını hedef alıyor. Birileri -bunlardan bazıları başkalarının verdiği paralarla- çocuklarını yabancı ülkelerde okutuyorlar; tabii çoğu Amerika’da ve hemen hiç biri mühendislik ve diğer fen bilimlerinde değil, piyasa maskaralığına da dayanan işletme türü okullarda.
Bunların çevresinden biri, kendisine sorulan soruya “hey canım, hey” türünden bir cevap veriyor, bir basın mensubuna: Aslanım benim be; ben de sana “hey canım, hey”diyorum. Gazeteci sana “ne oldu bu ‘evdeki yabancılar’“ diye soruyor. Sen ne cevap veriyorsun gazeteciye: “Hey canım hey”. Gazeteci sorusunu tekrarlıyor, ama hiç cevap vermeden uzaklaşıyorsun, gülerekten. Ayıptır, ayıp ; tabii bizler için. Senin gibi biri için ise, ben diyorum ki, ağzında dişi olmayan kişi, dişi ağrısı diye de bir şeyler bilmez.
Bu canlı, bir-iki hafta oluyor, önce CHP’ye iftira attı, daha sonra da Selahattin Demirtaş’a katil, terörist, iğrenç vs… diyerek hakarette bulundu. Yahu, bu adamın, kendilerinin ‘Bakan’lık adını verdiği ‘Saray Görevlisi’ olmak bir yana, sokakta bulunmasına bile izin verilmemeli.
Bu arada şunu da unutmayalım: HDP hariç, Meclis’te grubu bulunan bütün partiler yargıya siyaseti karıştırmakta hiçbir beis görmüyorlar; hepsi kendi güçleri oranında yüksek yargıya temsilcilerini gönderiyorlar. Ama yargı ile siyaset arasındaki en kabul edilmez ilişkiyi RTÜK gösteriyor; kendisini mahkeme yerine koyup, -belki, birisi hariç- hiçbir “zillet mensubu”nun dahi aklına gelmeyecek cezalar veriyor TV kanallarına; diyelim, taa beş yüz yıllık Osmanlı atasözünü (Şalvarı şaltak Osmanlı; Eğeri kaltak Osmanlı; Ekende yok, biçende yok; Yiyende ortak Osmanlı) ekranda okudukları veya AKP’li bir milletvekilini, kendisinden rüşvet istediğini belirten bir vatandaşı ekrana çıkartıp küçük düşürdükleri için.
Bir de Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir şey var, bu fasilede RTÜK’le başbaşa. Başkanları, dinsel dedikleri kıyafetleriyle, her yerde var: Bak yavrum, sen laik bir devletin memurusun; önce, bunu bil; kendi çalışanlarını maaş almak için bildiğimiz bankalar yerine, faizin adını anmamak için ‘kar dağılımı’na çevirmiş olan islami rant kuruluşlarına yöneltmekten vaz geç, çünkü burada sadece anayasal bir suç değil, ondan da daha derinlerde seyreden etik bir üç kağıtçılık var; yukarıda da dedik ya, ‘kar dağılımı’ aslında ‘faiz’in AKPlicesi. Ama bizce Başkan’ın en büyük suçu, 4-6 yaş arası ‘Kuran Kursları’nın okul öncesi eğitimden sayılması ısrarı. Ayıp be, o yaştaki çocuklara tek kelimesini bile bilmedikleri bir dilde yüzlerce sayfa ezberletiliyor: Bu kurslar, değil okul öncesi eğitim olarak sayılmak, tümüyle kaldırılmalıdır. Bu arada şunu da söyleyelim, Başkan’ın adının önünde Prof. Dr. ünvanı da var; ama hiç değilse sosyolog falan değil; oysa aynı çevreden bir profesör daha var ve de adam ailecek sosyolog. Ve ben bu lafı boşlukta söylemiyorum; zira sosyolojinin kurucusu Saint-Simon, toplumu şöyle tarif ediyor: “Toplum emektir; yani tükenmeyen iştir”; yoksa ranta doğrudan el koyan kurnazlık değil.
Neyse, hepimize sağlık olsun, depoda en az 15 uçak; bazen araba sayısı yüzleri aşan kortejler; binleri aşan koruma polisi; bir tekine bile günde on milyon lira harcanan bir sürü saray; her halde muhayyel bir suikastçıyı yanıltmak için olsa gerek, hangisinin içinde “sayın muhterem”in oturduğu dışarıdan görülemeyen en lüksünden bir çift araba; bazıları en az iki, ama çoğu kez de 7-8 yerden maaş alan yakın çevreler ve tabii ‘beşli çete’ takımı…; ama bu arada ister istemez bir de bizler varız; yani, “kahrolsun sürtükler, çürükler, aşağılıklar, cibiliyetsizler vs…”.
Yaşım 76; ama inşallah görürüm Mercedes Maybach’ı (yeryüzünün en pahalı arabası) kullananların nereye kadar düştüğünü.