Adamın biri bağırıp çağırıyor: “Bunların hepsi terörist, bunların hepsi haşere, hepsi birden yok edilmeli”. Başka bir insan benzeri daha var, o da yine bağırıp çağırıyor: “Devlet katil olsaydı, senin yerin burası değil, mezarlık olurdu”. Ve de bu insan benzeri İzmir’deki caniyi savunuyor: “O, zaten öldürülmeliydi” diyerek, zımnen. Neyse, kızın vücudunda da işkence izleri çıktı; daha biraz sevinmiştir ince kalpli zalim. Çok şükür, bunların daha gençleri de var: Etik ve şeref yoksunu olanlarla uğraşıyor; sağ olsun…
Ve şehitler yetmedi; evdeki, Suriye’deki, Irak’taki ve Libya’daki şehitler yetmedi, şimdi de ta Afganistan’dan şehit cenazeleri getirtmeye adayız: Menderes, Kore’yi bulmuştu; ama bunlarınki, bize defalarca çok daha yakın. Şöyle ki, Afganistan TBMM’yi tanıyan ilk Müslüman devlet; ayrıca devlet başkanları da Atatürk’ü ziyarete gelen ilk başkan. Emanullah Han tam bir Atatürk hayranı; zaten kendisi de taa 1919’de ülkesinin bağımsızlığı ilan etmiş. İşte bu yüzden Afganistan’da, başta A.B.D. olmak bütün diğer N.A.T.O. ülkeleri oradan çekilirken oradaki askerini varlığını daha da güçlendirerek kalmak da, aynı zamanda dolaylı bir Atatürk, daha doğrusu bir ‘iki ayyaş’ düşmanlığı. Ama zaten bunların lügatinde ‘millet’ yok, ‘ümmet’ var ve tam da kendilerine uyan bir adamı getiriyorlar, kendilerinin din adını verdikleri ideolojiyi milletin tümüne uygulatmak üzere. Adam güya üniversite profesörüymüş: Olmaz öyle bir din şey, zira üniversite belirli bir inancı topluma benimsetmek üzere değil, inançlar da dahil olmak üzere her bir şeyi inceletmek üzere vardır.
‘Millet’ deyince şu da birden aklıma geldi: Şimdilerde genellikle ‘terör’ kelimesi kullanılıyor, ‘dehşet’ kelimesi yerine. Oysa aslında tam 7 yüzyıl önce Türkçeye girmiş, 4 yüzyıl önce de ‘dehşet’e çevrilip ‘tedhişçi’ haliyle gündelik dile girmiş bir dilde ‘terör’ ve de ‘terörist’ ne diye kullanılıyor? Cevabı gayet açık: Kavala, Demirtaş, Ağırnaslı vb… ne diye hapisteler deyince ‘dehşet’e destek vermekten cevabını alınca, bu işe mabadıyla güler; oysa ‘terör’e destek vermekten deyince, -bu arada Fransızca bilenlerinde bir kısmı da dahil olmak üzere- değil mabadı, yüzünü bile buruşturmaz; ‘terör’ ile ‘dehşet’ tam tamına birbirlerinin anlamdaşı olmalarına rağmen. Neyse, bunların ‘yerli ve milli’ otomobilleri de İtalyan dizaynlı, Çin elektirik motorlu, Alman malı şanzımanlı ve de her halde ya İspanyol ya da Fransız ürünü boyayla boyanmış olacak.
Neyse biz ‘ümmet’e geri dönelim: Profesörümüzün en son numarası, şehirler arası otobüslerde mola vakti namaz vakitlerine göre değiştirilmeliymiş. Tabii, ‘milleti bütünleştirmek’ esas vazifesi olan kişi, Cuma Namazı çıkışını Abdülhamit usulü cemaat toplama vetiresine dönüştürürse, o garibim prof’muzun yapabileceği de ancak bu olur.
Söylenecek daha çok söz var; ama, karşısındakilerden önce doğrudan doğruya kendi kendisine hakaret demek olan ‘devlet’ ile ‘özel şirket’ arasındaki sözleşmeyi ‘ticari sır’ olarak gizlemeye kalkanlara bin bir selam ederek bu yazıyı bitirelim; tabii bu arada savcılarınıza da ‘aleyküm selam’ diyerek.