Kriz dönemlerinde hem krizleri teşhis ve hem de krizden çıkış arayışları başlar ve ilk akla gelen daha önceki krizler ve bundan çıkış yollarını incelemektir. Tarihin önemi bir anlamı da budur. Geleceği öngörmek ve bugünü anlamak zorunlu olarak geçmişin bilgisine dayanmak zorundadır. Belli çekincelerle de olsa öngörüde bulunmak ama kahinlerin ve komplocuların düştükleri hatalara düşmeden bunu yapmak gerekir. Marks’ın da dediği gibi tarihe ancak bütüncül olarak baktığımızda ancak bize yol gösterici olacağını bilerek hareket etmeliyiz.
Eric Hobsawn’ın dediği gibi, “Marksist bir yorum, her şeyden önce, tarihin belli aşamasının kalıcı olmadığı bilinciyle, insan toplumunun başarılı bir yapı olduğunu, çünkü değişme yeteneğine sahip olduğunu ve dolayısıyla şimdiki zamanın tarihin varış noktasını olmadığını öne sürer… İşte bu nedenden dolayı benim ilgimi çeken analitik tarihtir; yani, olan biteni anlatmaktan ziyade çözümlemeye kalkan tarih… Toplum içerisinde çeşitli öğelerin nasıl bir araya gelip tarihsel bir dinamik yarattığını ya da böyle bir dinamiği oluşturmada niçin başarısız kaldığını bizlere anlatabilen tarihtir.”
Tarihçi J. W. Thompson 1921 yılında yaşanan kriz ile ilgili yazdığı kitabında şunları tespit ediyor. 1921 krizini ve toplumsal davranışları ve işleyişlerini 1347’deki veba salgını sonrasındaki duruma benzetiyor. Ekonomik kaos, toplumsal rahatsızlık, fiyat artışları, vurgunculuk, ahlaki bozulma, üretim eksikliği, endüstriyel tembellik ve durgunluk, eğlence çılgınlığı, harcama hastalığı, lüks düşkünlüğü, sefahat ve fuhuş, sosyal ve dinsel histeri, açgözlülük, tamahkarlık, kötü yönetim ve adabı muaşerette çürüme.
Dünya yeni bir krizin hatta hatta yeni bir dünya savaşının eşiğinde iken Thompson’un yukarıda tespit ettiği tüm arazları yeni toplumsal düzende de görmüyor muyuz? Buradan şu sonuca ulaşabilmekte elbette mümkün; kriz dönemlerinde toplumsal yapılarda aynı çürümelere rastlamak mümkündür.
Bu kriz döneminde de tespit ettiğim bir durumu aktarmak istiyorum bugün sizlere. Günümüzün mafya toplumu hangi tarihsel dönemi bize örnek olarak sunuyor. Uzun süredir “Yeni Ortaçağ” kavramı üzerinde düşünüyorum ve tespitlerde bulunuyorum. Günümüzün mafya toplumunun örneğini de yine ortaçağda bulduğumu söyleyebilirim.
Peki bu yeni mafya düzeni nasıl oluştu. Elbette bu sorunun cevabı çok uzun ama temel dinamiğine baktığımız zaman kısaca şunu söyleyebiliriz. Yeni neoribaral dönemle birlikte (ki biz buna Yeni Ortaçağ diyoruz) Ulus devletlerin zayıflaması ile birlikte, devlet içinde küçük devletçiklerin kurulması diyebiliriz. Devlet bir zor aygıtıdır Althuser’in deyimiyle. Elbette Ulus Devlette bir zor aygıtıdır. Ama belirli yasalara göre belirlenmiş, sınırları olan bir zor aygıtıdır. Ulus devletin küçülmesi, devletçiliklerin ortaya çıkması, tek bir zor aygıtın yerine yüzlerce zor aygıtının oluşmasını sağlamış, bu da o toplumda ve topraklarda yaşayan insanlar için hiçbir güvencenin olmamasını sağlamıştır.
Bugün iddia edildiği gibi devlet küçülmüyor, parça parça büyüyor. Ortaçağ’da devlet böyleydi, devlet parselleşmişti. Buna artık “feodal devlet” diyebiliyoruz. Ortaçağ’da lordların küçük devletleri vardı. Ortaçağda, bir yandan vasal ile lord ve diğer yandan lordlar ve kral arasında bir mukaveleler ve şato içinde ya da kapısında adalet dağıtıldığı bir yönetim vardı. Şuanda KOÇ bir devlettir, öbürü bir devlettir, öteki ayrı bir devlettir. Hepsi kendi içinde kendi kanunları vardır ve aynı zamanda, devletle yıkılmaz anlaşmalar imzalamışlardır.
Devlet küçülmüyor büyüyor, demokrasi yerini despotizme bırakıyor. Despot derebeyleri yerine, despot mafyalar türüyor. Mafya’yı kullanan büyük şirketler ortaya çıkıyor. Mafya’yı İtalyan mafyası olarak tarif etmiyorum. Çoğu yasal SADAT gibi ve diğerleri, devlet içinde devlet olan, operasyonel gücü olan, ama hep bir tekele bağlı olan veya kendi adına örgütlenmiş oluşumlar.
Şimdi merkezi devlet gitmiştir ve feodal devlete benzer bir düzenle karşı karşıyayız.
Bu yeni feodal devletçikler, kendi üniversiteleri kurmuşlardır, kendi yaşam alanlarını oluşturmuşlardır, kendi üretim şemasını kurmuşlardır, kendi sinemasını, kendi kültür ağını oluşturmuşlardır. Artık Fransa’nın ulusal ordusu değil, Mobil firmasının özel donatılmış paralı askerlerinin olduğu, yarı yasal, yarı yasa dışı oluşumları Irak’ta Mobil Şirketi’nin korumasını ve savunması üstlenen gruplar savaşmaktadır.
Ulus Devletin dağılması aynı zamanda ulusal askeri orduların da dağılması anlamına geliyordu. Nitekim son yirmi yıldır ülkemizde de ulusal ordunun dağılmasını izlemekteyiz. Devletler eski zorunlu askerlik düzenlerini de yavaş yavaş ortadan kaldırmaya yönelik çabalar içerisindeler. Onun yerine daha küçülmüş ve uzman paralı askerlerin oluşturduğu ordu modeline geçilmektedir.
Hobswan “Yeni Yüzyılın Eşiğinde” kitabında bu yeni oluşan yapılarla ilgili şunları söylüyor. “Bu, yirminci yüzyılla ilintili bir fenomendir. Yeni çağın tipik özelliğidir. Dünyanın bazı bölgelerinde devlet erkinin görece çözülüp dağılmasından kaynaklanan bir durumdur. On beşinci yüzyıldan beri Avrupa’da varlığına rastlanmayan savaş lordu figürü dirilmiştir.”
Özel güvenlik şirketleri, filmlerde sık sık gördüğümüz üzere başat bir rol oynamaya başlamışlardır. Eski asker artıkları, eski ajan artıkları, eski polis artıklarından oluşmuş yapılanmalardır bunlar. Geçmişte bu tür örgütlenmelerin silahları, tabanca, tüfek veya bilemedin otomatik tüfeklerdi. Artık bu tür örgütlenmeler bir ordunun sahip olabileceği tüm askeri malzemelere sahiptirler.
Hobsawn bu durumu şöyle açıklıyor. “Belli ki soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bu devasa silah yığının kullanımını mümkün kıldı… Çok ucuz fiyatlara bu silahlar, etnik grupların, mafyanın, özel silahlı örgütlenmelerin eline geçti. Bunlar herhangi bir devlete bağlı olmayan fakat savaşa her daim hazır olan gruplardı.”
Minc’e göre, devlet ve hukuk normlarından yoksun bir Pazar ekonomisi, cangıl’a benzer ve buradan kaçınılmaz olarak mafya doğar.
Minc Yeni Ortaçağ’ın gelişmesinde, düzenli yapıların yıkılmasından doğan gri alanların hakimiyetinden bahsediyor. Ama sadece burada kalmıyor. Yeni Ortaçağ’la birlikte korku hakim olur diyor ve ekliyor, korkuyla birlikte her türlü eksterizm, dinsel, etnik aşırılıklar çoğalır ve hakim duruma geçer diyor. Korkuyla birlikte akıl yolunun tıkandığını ve akıl yolu tıkanırsa tüm dinsel ve etnik öğelerin öne çıkması, tarikatların ve mafyanın doğmasından bahsediyor.
Ortaçağ bir vahşet düzenidir. En çok uyguladığı kuvvet zor aygıtlarıdır. Ortaçağda tespit ettiğimiz unsurlar arasında, savaş, isyan, sürekli göçler ve insanın insana uyguladığı görülmemiş vahşet durumlarıdır. Sadece mafya değil, günümüzün en önemli problemlerinden birisi de, insanın insana uyguladığı vahşettir. Bireysel terör dönemi diye açıklayan bazı bilim adamları var bu döneme örneğin. Gün geçmesin ki, bir kadın cinayeti karşımıza çıkmasın. Aile içi mal paylaşımı ölümleri, sokakta, yol verme kavgasından ölen insanlar artık günlük rutinimiz haline gelmiş durumda. Çok eleştirilen 1970’lerin sağ sol çatışmasının belki de yüz katı günlük ölümler mevcut, insanların hala “Allah o günleri yaşatmasın” demesi ama yaşadığı gündeki ölümleri görmemesi ne ilginç değil mi? Ortaçağ kan dökmenin günlük rutin haline gelmesi ise günümüz de cereyan eden durum budur.
Ortaçağ’ın yönetim biçimi feodalizmdi. Feodalizm, ya da feodal düzen, kamusal iktidar veya yönetimin özel ellerde bulunmasıdır. Kral vardı, fakat yönetim lardların, efendilerin eliyle ve efendilerle vasallar, oğullar arasındaki hukuk da tümüyle özeldi. Günümüzün tekelleri artık birer derebeyidir. Ortaçağda kraldan daha zengin derebeyleri görmek sık rastlanan bir durumdu. Günümüzde de devletinden daha fazla gelire sahip olan tekellere sıklıkla rastlanmaktadır.