3 yıl önce, güzelim ülkemde kuru soğan karaborsaya düşmüştü. Soğan saklanan depolara baskın düzenleniyor, saklayanlara 'gizli örgüt üyesi' işlemi yapılıyordu. Çiftçim, altın kadar değerli olduğunu düşünerek soğan patates ekmeye yöneldi. Şimdi soğan, patates bol; ancak beş para etmiyor. ‘Mülki İdare Amirlerimiz’ tarafından, iktidar propagandası amacıyla halka bedava dağıtılıyor. Ben de, üç yıl önceki soğan yazımı yeniden okumanıza sunuyorum. Bakalım nereden, nereye gelmişiz..
Hititli Metal Ustası Şittili, Ana Tanrıça Arinniti’ye, "Yaşamın anlamı nedir?" diye sorar. Ana Tanrıça, heybesinden bir baş soğan çıkarıp uzatır. Şitilli, aldığı soğanı kat kat soymaya başlar. Soyduğu her katın altında yeni bir katın bulunduğunu görür. Soğanı soyup bitirdikten sonra elinde bir şeyin kalmadığını görünce ağlamaya başlar.
"Bundan sonra, bu soğanı kim soyarsa, benim gibi ağlasın!" diyerek ilenir. Ana Tanrıça Arinniti ona şu uyarıda bulunur: "Sana yaşamın anlamını sundum. Onu soyup katmanlarıyla oynaman içi değil, tadını öğrenesin, değerini bilesin diye verdim... Onu yedikçe değerini bileceksin. Ömrün uzayacak ve tatlanacak….’’
***
Büyük romancımız Fakir Baykurt, öğretmenlik yaptığı köylerde çocuklara bol bol soğan yemelerini öğütlermiş; anılarında, "Soğanı, sabahları kendin ye, öğle zamanı dostuna, akşamları düşmanına yedir" diyor.
Burada, soğanın bilinen sağlık yararlarını yinelemeyeceğim. Kuru fasulyenin dostu, zengin ve fakir herkesin sofrasının vazgeçilmezi olan soğan, hüzünlü günler geçiriyor.
Bir zamanlar Hitit Metal Ustası Şittili’yi ağlatan soğanın şimdi anası ağlıyor.
***
Alti oğlan, dört kız büyütmüş Şago(Şehriban) ninem 105 yaşında öldü… Yiyeceklerin saklandığı kilerin anahtarları onun belinde asılı dururdu. Kimseden yiyecek esirgemezdi. Ancak, kendisinin tuhaf bir beslenme alışkanlığı vardı. Neredeyse her gün tuza belenmiş soğan ve ekmek yerdi...
***
Annem, ilgisi olmadığı konularda eleştirildiğinde, masumiyetini belirtmek için, "Soğan yemedim ki ağzım koksun!" diyordu. Köylerde yoksulluk sınırındaki kişiler tanımlanırken, "Bir kuru soğana muhtaç durumda!" deyimini kullanır...
Aşık Mahzuni bir eserinde, "Milletin sırtından doyan doyana/ Bunu gören yürek nasıl dayana / Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana / Bilmem söylesem mi, söylemesem mi..." diyerek bu kanıyı pekiştirir...
"Tarlaya ektim soğan / Bitmedi yedi doğan / Hep mi güzel oluyor / Senin anandan doğan..." diye başlayan oynak hava da soğan salatalı güzel bir türkümüzdür.
Eskiden, asker ocağında, sağını, solunu karıştıran acemi erlerin sağ omuzlarının üstüne sarmısak, sol omuzlarının üstüne soğan konurmuş.
Köylerde fazla başlık parası ödenmeden damat evine götürülen gelinler için baba evinden ayrılırken, "Verdik bir soğan, aldık bir doğan" naraları atılır. 'Soğan erkeği' sözü, işe yaramaz erkekleri aşağılamak için kullanılır.
Özverili ev kadınları, birbirlerine mutluluk öğütlerken, "Evinde huzur olsun, yediğin soğan ekmek olsun..." derler.
Eskiden, baygınlık geçirenleri ayıltmak için kolonya yerine soğan koklatılırmış; yolculuklarda da benzin kokusunun yol açtığı mide bulantısını ve baş dönmesini önlemek için soğan koklanır veya yenirmiş... Sevenleri için 'soğanın cücüğü' (göbeği) bal, şeker değerindedir.
Soğan, Kürt kardeşlerimizin de önemli bir besin kaynağıdır. Derler ki, Kürdün biri, tarlada çalışırken ölmüş. Köye haber ulaştırmışlar. Kardeşi koşarak gelmiş. Nesi var, nesi yok diyerek kardeşinin yiyecek çıkınını yoklamış, bir de bakmış ki, çıkında bir parça kuru ekmek ve bir baş kuru soğan var. Çok şaşırmış, başlamış söylenmeye:
"Yanında ekmeği var, soğanı var, bu niye ölmüş ki!"
Ve ataların oğullarına, torunlarına öğüdüdür: "Bir baş ol da, ne başı olursan ol; istersen soğan başı ol..."