Önemli kişilerin ölüm yıldönümlerinde benim yadırgadığım bir durum var. Önemli kişiyi bir görevi yerine getirme anlayışıyla birkaç gün anıyor, sonra yavaş yavaş unutuyoruz. Ağabeyimiz, meslek büyüğümüz Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümünde de böyle oldu. Bu değer bilmez siyaset ve kültür ortamında anmalar elbette önemli. Ancak, bir görev anlayışıyla yapılmamalı bu. Bayramlardan, anneler gününden, babalar gününden farklı olmalı. Her fırsatta anılmalı değer verdiğimiz kişiler.
Bu anlayışıyla, bu yazıyı yazmak için Uğur ağabeyi adıyla özdeşleşmiş Cumhuriyet gazetesiyle birlikte değerlendirmek için birkaç gün bekledim…
***
12 Eylül 1980 darbesi sonrasındaki gibi, 12 Mart 1971’de binlerce sosyalist, devrimci tutuklandı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiler. Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de katledildi. İbrahim Kaypakkaya işkencede öldürüldü!
Cumhuriyet Gazetesi de bu darbelerde büyük bedeller ödedi. Her darbe döneminde bedel ödedi. 12 Mart’tan sonra İlhan Selçuk tutuklandı. Ziverbey Köşkü’nde işkence gördü. Gazete, pay çoğunluğunu ve yönetimde ağırlığı elinde tutan ortaklar tarafından ele geçirildi. 12 Mart 1971’den sonra gazete yönetimine hakim olan Fikret Ekinci ekibi, yayın politikasını sağa çekmeye çalıştı. Bilinçli Cumhuriyet okuru bu olumsuz gidişe dur dedi. Gazeteyi satın almayı bıraktı. Tiraj hızla düştü, batma noktasına gelindi. Sağcı ekip yönetimi terk etmek zorunda kaldı…
1973 genel seçiminin yaklaştığı günlerde, daha önce Hürriyet’te çalışmış Kemal Bisalman, haftalık dergi olarak çıkardığı Yeni Ortam’ı günlük gazeteye çevirdi. İlk günlerinden itibaren gazetede ‘gece muhabiri’ olarak çalışmaya başladım. Gece haberlerini hazırlamanın yanı sıra , ama gazetenin baskısından, dağıtımına dek her türlü işiyle ilgileniyordum.
Aydın Engin Yazı işleri Müdürü, Mustafa Ekmekçi Ankara Temsilcisi idi. Muhabir kadrosu Ahmet Kahraman ve İsmail Baltacıoğlu’ndan oluşuyordu. Kısa sürede ses getiren Yeni Ortam’ın Ankara bürosu, 12 Mart’tan sonra cezaevinden yeni çıkmış ziyaretçilerle dolup taşıyordu. Gelenleri gruplar halinde odasına alan Mustafa Ekmekçi, onlarla bir süre sohbet ettikten sonra, içeriye yeni bir grubu alıyordu. İlhami Soysal, Emil Galip Sandalcı, Mümtaz Soysal, Sevgi Soysal(Sabuncu) ,Erol Toy, Oya Baydar, Tektaş Ağaoğlu, Hasan İzzettin Dinamo, yazar kadrosunda yer alıyordu. Aydın Engin’in İstanbul’dan Ankara’ya geldiği günlerde büro ana/baba gününe dönüyordu. Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Tahsin Saraç, Hasan Hüseyin Korkmazgil sürekli konukları arasındaydı...
Mümtaz Soysal ve eşi Sevgi Soysal(Sabuncu), Mamak askeri cezaevinden çıktıktan sonra yazar kadrosuna katıldı. Uğur Mumcu ise Cezaevinden çıkar çıkmaz askere alınmış, daha önce Ankara Hukuk Fakültesinden asistan olmasına karşın, askerliğini Ağrı, Patnos’ta ‘’ Sakıncalı piyade er ‘’ olarak tamamladı. Bir öğle vakti, Rüzgârlı sokaktaki gazete bürosuna, gözlüklü, kısa saçlı bir ziyaretçi geldi, Mustafa Ekmekçi’i ile görüşmek istediğini söyledi. Sesime bir mübaşir edası vermeye çalışarak, ‘’Mustafa ağabey, ziyaretçiniz var!’’ dedim. Odasından, ‘’Kimmiş!’’ diyerek çıkan Ekmekçi, konuğu görür görmez, ‘’Aaaa! Uğur Mumcu bu, tanımadın mı?’’ dedi. Yeni Ortam’ın haftalık dergi olarak çıktığı günlerde Uğur Mumcu’nun yazılarını okumuştum, ancak o güne dek karşılaşmamıştım.
Güçlü bir kadro ile çıkan Yeni Ortam gazetesi, uzun süre yaşatılamadı; Bülent Ecevit’in liderliğinde CHP- MSP koalisyonunun kurulduğu 1973 seçimlerinden kısa bir süre sonra kapandı. Uğur Mumcu ve Mustafa Ekmekçi ve Ali Sirmen Cumhuriyet gazetesine geçtiler.
12 Mart’tan sonra olduğu gibi, 12 Eylül’den sonra da Cumhuriyet en çok kapatılan gazete oldu. 12 Eylül’den 1 yıl sonra, Hasan Cemal, İlhan Selçuk tarafından gazetenin genel yayın yönetmenliğine getirildi. Uğur Mumcu, bu atamayı, ‘’Herkes yazarken ilham bekler, Hasan, İlhan bekler.’’ diyerek tanımlardı. Hasan Cemal, yerini sağlamlaştırdıktan sonra, gazetenin Kemalist/ sol çizgisiyle örtüşmeyen; iktidardaki Turgut Özal’a yakınlaşan ‘liberal ‘ bir yayın politikası izledi. İlhan Selçuk, bu politikaya karşı çıktı. Ancak, Hasan Cemal, taşları bağlamıştı. Gazete sermayesinde en büyük pay sahibi Emine Uşaklıgil’i arkasına alarak ‘liberal’ çizgisini sürdürmeye çalıştı. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve Ali Sirmen başta olmak üzere, bir çok gazete çalışanı Cumhuriyet’ten ayrıldı. Bu süreçte yine 12 Mart 1971 sonrasında olanlar oldu. Okurlar, gazeteyi terk ettiler. Hızlı tiraj kaybı gazeteyi batma noktasına getirdi. Hasan Cemal, Okay Gönensin, Emine Uşaklıgil yönetimden ayrılmak zorunda kaldılar. İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen gazeteye geri döndü. Emine Uşaklıgil, yıllar sonra Evrensel Yayınları’ndan çıkan ‘Benim Cumhuriyetim’ adlı anı kitabında, o günlere ait pişmanlığını şöyle dile getirdi:
"Cumhuriyet gazetesinde yaşanan olayları bir yönetim sorunu olarak görmek söz konusu olamaz. Olayların siyasi içeriği ile iç içe geçmiş olarak hem bir kuşak kavgası, hem bir iktidar kavgası, hem de bir aile kavgası söz konusuydu. Yayın yönetmeni Hasan Cemal, beni denetim altına almaya çalışacağına, yönetime odaklansaydı daha hayırlı olurdu."
İlhan Selçuk gibi, adı Cumhuriyet’le özdeşleşmiş Uğur Mumcu ile, 1970’li yılların sonlarına doğru, parlamento muhabirliği yaptığım Mecliste sürekli karşılaşıyordum. Genel kuruldaki önemli görüşmeleri ve gündem dışı konuşmaları izliyor, üzerinde çalıştığı konularda milletvekilleriyle görüşmeler yapıyordu.
Uğur ağabeyi, daha çok, Meclis Basın Bürosu’nda, basın toplantılarının yapıldığı uzun ve geniş masanın bir ucunda otururken anımsıyorum. Masanın bir yanında o zamanki Hürriyet gazetesinin başyazarı Cüneyt Arcayürek, diğer ucunda Uğur Mumcu oturuyor, güncel konularda sohbet ediyorlardı. Cüneyt Arcayürek’in yüksek sesli kahkahalarını duyan muhalefet milletvekilleri basın bürosuna doluyorlardı. Uğur Ağabey, kalın camlı gözlüklerinin arkasından sakin sakin konuşur; Cüneyt Ağabey ise kahkahalarıyla koridorları çınlatırdı. Hele bir de basın toplantılarında, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’i, çapraz sorularla kıskaca almaları vardı ki, o basın toplantılarının tadına doyum olmazdı. Uğur Mumcu ve Cüneyt Arcayürek’in bunaltıcı soruları karşısında tebdili şaşan Süleyman Demirel, soğukkanlılığını korumaya çalışarak konuyu Güneydoğu Anadolu Projesi( GAP)’ a götürür; Keban, Karakaya, Atatürk Barajı’nı anlatır; ‘’GAP, benim için bir sevdadır’’ diyerek nefeslenmeye çalışırdı… Necmettin Erbakan, boncuk boncuk terler içinde yanıt vermeye çalışır, CHP ile yaptığı koalisyonu bozmak için ‘’kadayıfın altının kızarmasını beklediğini’’ söylerdi. Gazetecilik mesleğinden gelen Bülent Ecevit, Uğur Mumcu ve Cüneyt Arcayürek’le yakın arkadaştı. Ancak, gazetecilik hatır, gönül dinlemeyen bir meslekti. Uğur Mumcu ve Cüneyt Arcayürek’in, paslaşarak sordukları çapraz soruları karşısında yüzündeki ve gözlerindeki tiklerle artardı. Bu rutin basın toplantılarının sonunda gazetelere manşet olacak haberler çıkıyor; basın toplantıları, biz genç gazeteciler için öğretici ders saatlerine dönüşüyor; onları imrenerek, onlardan öğrenerek izliyorduk…
***
Yurt dışına çıktıktan sonra, Cumhuriyet’e 11 yıl pazar yazıları yazdım. Uğur ağabeyi, zaman zaman uydu aracılığıyla TRT- int’deki açık oturumlarda izliyordum artık...
Karlı ve soğuk bir İsveç akşamında, televizyonu açtığımda, TRT-int kanalı, Uğur ağabeyin ölüm haberini, evinin önünde, yerdeki kırık gözlüklerini, hurdaya dönmüş arabasını ve yerdeki kan izlerini göstererek veriyordu.
Her ölüm yıldönümünde, Uğur ağabeyle ilgili anılarım gelir gözlerimin önüne..
Bu ölüm yıldönümünde de yine sabah erkenden kalkıp giyindim. Dudağımda Uğur Ağabeyin o çok sevdiği 68 Kuşağının o devrimci marşıyla kendimi İsveç’in kırlarına, karlı yamaçlara vurdum:
Gün doğdu hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna da
Al kanlara boyandık
Yolumuz devrim yolu
Gelin kardeşler gelin
Yurdumuza yanke dolmuş
Vurun kardeşler vurun!...