Narsisizm meselesini ele alırken tıbbi açıdan bir çözüm aramak niyetinde değilim. Psikiyatrların veya psikologların işi o, benim değil. Burada üzerinde duracağımız konu, toplumun/toplumların büyük kısmı açısından bir yaşayış ve kimlik tanımlaması haline gelen narsistlik...
Toplumun narsistik kişilik bozulmasına uğramış olması, toplumsal bir olgu olarak karşımızda duruyor artık. Zaten kişisel olarak narsistik kişilik bozukluğunun, eğer toplumun tamamı narsistik kişilik bozukluğu yaşıyorsa, bireysel bir çözümü de olmayacaktır.
Bir psikiyatrın, narsistik kişilik bozukluğuna karşı vereceği tavsiyeler, uygulayacağı tedaviler, toplumun büyük kısmı bu kişilik bozukluğuna sahip olduğundan dolayı, kişi kapıdan çıktığı an yine başa saracaktır.
Bir şey toplumun tamamına sirayet etmişse, bir zaman sonra o şeyin normal insan davranışı olarak algılanması kaçınılmazdır. İşte bahsettiğimiz durum tam olarak budur.
Narsisizm şu anda toplumun büyük kısmına sirayet etmiş olduğundan artık normal insan davranışı olarak görülmeye başlanmıştır.
Peki bu bizi neden ilgilendiriyor?
Yeni bir dünya, eşitlikçi, aydınlık, ezilenden yana bir dünya hayali kuruyorsak eğer, bizden önce aynı yolu yürümüş insanların yaptıklarına bakmamız gerekir.
Engels İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı kitabını yazarken sanırım tam da bu noktadan bakıyordu. Toplumu analiz etmek ve yeni çözüm önerileri sunmak, bunu bir sistematiğe dönüştürmek...
Yine Engels Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabını da yazarken, bunun o devasa kitap olan Kapital’in yolunu da açacağını elbette biliyordu. Somut olanın tahlili, yeni soyutlamanın yolunu açmaktadır. Elbette Karl Marx’ın şu önemli iki tezini göz ardı ettiğimiz düşünülmesin:
1. “Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar.”
2. “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
Her insanın içinde yeterli miktarda narsislik bulunabilir. Bu kaçınılmazdır. İnsanın kendi kendini inşa ettiği ve kendi kendinin yaratıcısı olduğu doğru olsa da, kimliklerin inşa sürecine her zaman doğrudan dahlinin olmadığı durumlar ve çevresel şartlar da işbaşındadır.
Yalın Alpay bir yazısında konuya şöyle değinir: "Öyleyse, birer temsil işaret olan kimlikler, yalnızca kendi varlığımız tarafından üretilmez, aynı zamanda yapısal ve söylemsel olarak kendi varlığımızın dışındaki etkenlerden etkilenir. Kimliklerimiz, otobiyografik materyalimiz (kendimizin, kendimize ilişkin ürettiğimiz anlatı) ile biyografik materyalimizden (kendimize ilişkin, önem verdiğimiz başkalarının ürettiği anlatı ile resmi tıbbi, sicil, suç, akademik kayıtlar) oluşur. Böylece kim olduğumuz her zaman kendimizi nasıl gördüğümüz ile önemli başka kişiler tarafından nasıl görüldüğümüz arasında bir uzlaşı tarafından belirlenmektedir. Kimlikler, ‘adlandırma’ ve ‘temsil’in bir karışımıdır.
Geleneksel bakışta, kimlik, doğanın, özellikle de insan biyolojisi tarafından değişmezliği garanti altına alınmış özsel bir nitelik olarak anlaşılma eğilimindedir. Ancak on dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın erken döneminde bir dizi önemli yeni entelektüel yaklaşım, kimliğin kendisiyle uyumlu ve sabit olduğu fikrine meydan okumayı göze alırlar. Charles Darwin’in evrim teorisi (kişinin evrilmesi), Karl Marx’ın tarih kavramı (insanın bulunduğu tarihsel konumuna göre değişmesi), Sigmund Freud’un psikanaliz teorisi (kişinin bilinçdışı) ve Ferdinand de Saussure’un dil teorisi (kişinin dil tarafından sınırlandırılması ve zorlanması) kimliğin sabitlenmiş ve durağan olduğunu kabul eden geleneksel yaklaşımın dayanaklarına güçlü eleştirilerdir."
İçinde yaşadığımız toplumu tahlil etmeden, kişilik özelliklerini bilmeden, üretim modellerini incelemeden ve bütün bunları tarihsel kökleriyle birlikte anlamadan yeni bir toplum düşüncesinin doğmayacağını biliyorlardı.
Narsisizmi bireysel bir kişilik bozukluğu olarak düşünsek ve meseleyi bir psikiyatrın gözünden görsek sanırım şu maddeleri ardı ardına sıralamak kaçınılmaz olacaktı. Bir kişilik bozukluğu olan narsisizm, insanların kendilerine değerinden fazla önem atfetmelerine, hayranlığa duyulan yüksek seviyede ihtiyaca, fantezide veya davranışta büyüklük duygusuna, kurduğu her ilişkide sorun teşkil etmesine ve empati eksikliğine yol açan bir zihinsel bozukluktur da aynı zamanda. Bu kişilik bozukluğunda kişiler aşırı düzeyde benlik önemine sahiptirler. Ancak bu aşırı özgüvenli maskenin altında en küçük eleştirilerden etkilenen kırılgan bir özgüven yatmaktadır.
Maddeleyecek olursak:
• Kendilerine değerlerinin üzerinde önem atfederler.
• Yeteneklerini ve başarılarını sürekli abartırlar.
• Başarı, güç, görkem, güzellik veya ruh eşleriyle ilgili fanteziler kurarlar. (Bu dünyaya bir fantezi dünyası da diyebiliriz.)
• Kendi hedeflerini başarabilmek için diğer insanları kullanırken, bu insanlara karşı çok az empati veya ilgi gösterirler.
• Duyarlılık ve diğer insanlar için sevecenlik duygularından yoksundurlar.
• Abartılmış bir şekilde muhteşem olduklarını düşündükleri için odak noktası olmadıkları takdirde kendilerini rahat hissetmezler.
• Sürekli bir depresyon baskısı altındadırlar.
• Duygu ve davranışlarını kontrol etmekte zorluk çekerler.
• Sürekli ve aşırı bir hayranlık beklentisindedirler, bu konuda hak iddia ederler.
• Hak edilmemiş bir şekilde elde ettikleri başarılar konusunda bile üstünlüklerinin kabul edilmesini talep ederler.
• Diğer bütün insanlardan üstün olduklarını düşünürler. Sadece kendi seviyelerindeki insanlarla etkileşim kurabileceklerine inanırlar.
• Bir diğer belirgin davranış biçimleri de kıskançlıklarıdır. Başkalarını kıskanabilirler, başkalarının onları kıskandığına inanabilirler.
• Sürekli küçümseme halindedirler. Diyalogları domine edebilir, kendilerinden aşağıda gördükleri insanları küçümser ve aşağılarlar.
• Tüm isteklerinin yerine getirilmesini beklerler. Beklentilerine sorgusuz sualsiz uyulmasını isterler.
• En belirgin özelliklerinden biri de empati eksikliğidir. Başkalarının duygu ve ihtiyaçlarını fark etmekte zorluk çekebilirler.
• İstediklerine ulaşmak için başkalarını kullanmakta sakınca görmezler.
• İçdünyalarında kendilerini sürekli eksik hissetmelerine rağmen; kibirli ve kendini beğenmiş davranabilirler. Mağrur, küstah veya gösterişçi kişiler olarak tanınırlar.
• Manipülatif bir kişiliğe sahiptirler. İkna etmede ve cezp etmede çok yetenekli olabilirler.
• Kendilerini üstün göstermek için insanlara öfke veya küçümsemeyle yaklaşabilirler, insanları aşağılayabilirler.
• Sıradan işler hiç onlara göre değildir. Gelecekte ülkesine veya insanlığa yapacaklarını düşündükleri üstün katkıdan dolayı ev işleri, insanlarla ilişkiler gibi can sıkıcı şeylerden muaf olmaları gerektiğini düşünürler.
• Daimi olarak endişelidirler. Kendilerini özel görmediklerinde sabırsızlanabilir veya öfkelenebilirler.
• Gizli güvensizlik, utanç, savunmasızlık ve aşağılanmışlık hislerine sahiplerdir.
• Görünenin aksine sürekli bir güven eksikliği hissi içindedirler. İnsanlarla ilişkilerinde belirgin problemler gözlenebilir ve kolayca kendilerini hafife alınmış hissederler.
• Sürekli başarı odaklıdırlar. Diğer başarılı insanlarla yarış halindedirler ve kendi beklentilerine ulaşamadıklarında üzüntü hissederler.
• Stresle başa çıkmada ve yeniliklere ayak uydurmada majör problemlerle karşılaşırlar.
• Yeni narsis, suçluluk duygusunun değil, anksiyetenin pençesine düşmüştür. Sürekli olarak yaşamında anlam bulmaya çalışır. Tek amacı yaşamak olan bu yeni narsis, yaşadığı hayatı bir türlü anlamlandıramaz. O yüzden sürekli olarak yenilik peşindedir.
• Geçmişin batıl inançlarından, din baskısından, otoritenin görünür yüzünden kurtulmuştur ama aynı zamanda kendi varoluşunun gerçekliğinden de sürekli kuşku duyar.
• Grup aidiyetini kaybetmiştir, o yüzden kendisini sürekli güvensiz ve yalnız hisseder.
• Sürekli bir ölçüm çabasına saplanmıştır.
• “Tutkularının sınırsız olması anlamında açgözlü olan bu yeni narsis birey, on dokuzuncu yüzyıl siyasal iktisadının açgözlü bireycisi gibi gelecek için mal ve malzeme biriktirmez, ama isteklerinin hemen doyurulmasını bekler ve daima huzursuz, tatminsiz bir ruh halinde yaşar."
-Lasch
• Narsistik kişilik için en baskın tutku yaşamak, hayatta kalmaktır. Geçmiş ve gelecek kuşaklar için değil, sadece kendisi için yaşamak... Narsistik kişilik tarihsel devamlılığını kaybetmiş bir kişiliktir.
• Narsistik kişilik için en büyük problemlerden biri de sorumluluk almaktır. Sorumluluk almamak ve sürekli acıdan kaçmak en belirgin davranış biçimleridir.
• Yatırımlarını sevgilerine, dostluklarına, ilişkilerine değil, daima kendilerine yapmayı doğru bulurlar. Ticarileşmiş bir arkadaşlık ve aşk ilişkisinden bahsedebiliriz.
• Narsis birey sürekli bir hoşnutsuzluk ve yarım kalmışlıktan yakınır. Bu yakınma, amorf ve belirsizdir. Genel bir başa çıkamama halinde sürüklenirler. Genellikle bu hoşnutsuzluğu, daha güçlü bireylere hayranlık duyarak ve bağlanarak aşmaya çalışırlar.
• Yaşlılıktan ve ölümden korkarlar, bağımlılıktan korkarlar ve özsaygıları için genellikle gençliğin, güzelliğin, şöhretin ya da çekiciliğin getirdiği hayranlığa ihtiyaç duyarlar. (Bu konu yaşlılık bölümünde detaylıca işlenecek.) Narsis birey için yaşlanma özel bir dehşet içerir.
• “Takıntılı kişiliğin katı ahlak anlayışının aksine narsistik kişiliklerin değerler sitemi genellikle yozlaşmaya yakındır.”
– Kernberg.
Yozlaşma özellikle önemli... Bugünü tarif ederken en belirgin saptama, sahtekârlık, yalan ve yozlaşma olarak görülüyor.
• “Narsistik kişilik bozukluğunu tetikleyen en önemli etkenlerden birisi ‘Amerikan Rüyası’ olarak kodladığımız, başarı odaklı toplumun bir sonucudur.”
– Christopher Lasch
Azalan Beklentiler Çağında Amerikan Rüyası-Narsisizm Kültürü kitabında “Amerikan Rüyası”nı detaylıca inceliyor Christopher Lasch... “Amerikan Rüyası” hakkında şöyle bir yorumda da bulunuyor:
"Başarı hayalinin kendinden başka bir anlam taşımadığı bir toplumda, insanların elinde başarılarını ölçme kıstası olarak başkalarının başarıları dışında bir şey yoktur. Kendini onaylama kamusal kabul ve takdire dayalıdır ve bu onayın niteliği kendi içinde büyük değişimler geçirmiştir. Daha önceleri insana faydalı bir yaşam sürdürdüğünü bildiren arkadaş ve komşuların olumlu görüşleri onun başarılarının takdir edilmesine dayalıydı. Bugünse insanlar kendi eylemlerini değil, kişisel özelliklerini alkışlayan türden onay arıyor. Hayranlık uyandırma istekleri saygı duyulma isteklerinden daha güçlü. Ün için değil, ünlü olmanın heyecan ve ihtişamı için yanıp tutuşuyorlar. Sayılmaktan ziyade kıskanılmayı istiyorlar. Yükselen kapitalizmde günah kabul edilen övülme ve açgözlülük yerini kibre bıraktı. Amerikalıların çoğu hâlâ başarıyı zenginlik, ün ve güç olarak tanımlar ama eylemlerine baktığımızda bu becerilerin özüyle pek ilgilenmediklerini görürüz."
Bu tanımlama bizi yeni insanın ün, tanınma ve görünme kıskacına nasıl girdiğini açıklıyor. Dünyanın en zenginlerinden birisi olan Elon Mask’ın, zenginliği ve başarısı artık kendisini tatmin etmemektedir ki aşırı görünme isteğiyle giderek medya maymununa döndüğünü izlemekteyiz.
Yeri gelmişken şu konuya da dikkat çekelim: Yeni gençliğin iş tanımında, “beceri ve sürdürülebilirlik” yok. Meslek sahibi olmak düzenli gelir, beceri, uzmanlaşma, deneyim ve sürdürülebilirlikle tarif edilirken yeni gençlik influencer, fenomen, sosyal medya içerik üreticiliği gibi pozisyonları yeni çağın meslekleri olarak görüyor ve bu alanlarda kendilerine bir pozisyon yaratabilmenin çabasına giriyor.
Bunlar kısa süreli pozisyonlardır oysa... Birer meslek değildir. Gelişmeye açık olmadığı gibi kısa sürelidir. Yeni pozisyonlarla birlikte hemen sonlanacak süreçlerdir. Birkaç saniye içinde 100 bin TL kazanabiliyor olmakla, her ay düzenli olarak on bin TL kazanan bir meslek sahibi olmak karşılaştırılamaz iki ayrı olgu...
Yeni genç, meslek sahibi olmak yerine pozisyon sahibi olmayı önemseyerek kendi gelişimine, kendi zihinsel ve kültürel içeriğinin zenginliğine yatırım yapmak yerine, yakaladığı pozisyona bağlı olarak sosyal medyada yarattığı görüntülerin ve imajların içeriğine odaklanmayı tercih ediyor.
• Narsis, varoluşunu sürekli olarak haz arayışıyla tamamlama çabasındadır.
• Narsis birey toplumu en kaba tabiriyle ikiye ayırır: Zenginler/ünlüler ve vasatlar/sıradan olanlar...
Bireysel olarak narsistik kişilik bozukluğu üzerine genel tanımları ortaya koyduktan sonra, bizim için önemli olan soruna gelmiş bulunuyoruz artık. Narsistik kişilik oluşumuna neden olan sorunlara, bu durumu yaratan tarihsel ve sosyolojik temellere geçmek istiyorum.
Elbette önce yeni üretim biçimlerinin ve üretim ilişkilerin bu yeni kişilik tanımlamasını doğuran koşullarına bakacağız. İkinci olarak da toplumsal ilişkiler ve toplumsal yeni yaşayış biçimlerinin narsisizmi oluşturan öğelerini inceleyeceğiz.
Bunlar neler?
- Aile
- Eğitim
- Eğlence
- Yaşlılık
- Felsefi düşünce biçimleri
- İlişkiler ve aşk
- Sosyal medya ve medyanın etkisi
Son olarak da narsisizmin siyasete yansımasına bakacağız. Devam edeceğiz...