İlk yazımızda Seçim Kanunları hakkındaki ana ilkeyi ve bu çerçevede Seçim Kanununun 65. Maddesinin yarattığı adaletsizliği, partili yani taraf durumunda bulunan Cumhurbaşkanı’nın seçimlere giderken seçim propagandası yasaklarından muaf tutulmasının yarattığı eşitsizliği anlatmıştım.
Şimdi sizlere Seçim Kanun Teklifi ile Türk demokrasi tarihine sürülecek büyük bir lekeyi anlatacağım. Aslında bu değişiklik teklifi iktidar tarafından iki senedir dillendiriliyordu. Ben ise asla böyle bir yola gidilmemesini, Seçim Kanununun en adil ve hiç tartışmasız olan bu maddesinde yapılacak değişikliğin herhangi bir hukuk normu veya gerekçesi ile açıklanamayacağını belirtmiştim.
Nihayet kanun teklifi mecliste. Böylece teklifi hepimiz görmüş olduk. Açıkçası son ana kadar iyi niyetimi korumayı ve getirilen eleştiriler sebebiyle böyle bir değişiklik teklifine tevessül edilmeyeceğini umuyordum. Fakat yanıldım. Siyasi İslamcı geleneğin demokrasiden ve milli iradeden anladığı şeyin sadece bir tramvay olduğunu, güç ele geçirildiğinde o tramvaydan inebildiklerini göz ardı etmişim.
TBMM’ne sunulan teklifin 5 ve 6. Maddelerinde seçimlerin güvenliği açısından en tartışmasız kuralların değiştirilmek istendiğini görmüş olduk. Yazık. Gerçekten çok yazık. Nasıl mı?
“Oyu kimin kullandığı önemli değil, kimin sayacağı önemlidir”
Sovyet Lideri Josef Stalin’in bu sözler konumuz açısından daha anlamlı. Çünkü bu teklif ile oy sayımından da öte, oy sayımına itiraz edildiğinde bu itirazları kim değerlendirecek konusu tartışılır hale geliyor.
Türkiye 1946’dan beri seçim yapıyor. Seçim Kanunu 15. Maddesi seçim kurullarının en kıdemli (en yaşlı/tecrübeli) hakimlerden oluşturulma zorunluluğunu öngörüyor. Türkiye demokratik seçimler yaptığı andan bugüne bu kuralı değiştirmeyi hiçbir iktidar düşünmemişti. Seçim yöntemlerinde değişiklik yaparak daha az oy ile daha fazla milletvekili kazanma gibi centilmenlik dışı Seçim Kanunu değişikliklerini geçmişte görmüştük. Örneğin, seçimleri kaybedeceğini anladığında Demokrat Parti 06/09/1957 tarihinde, aynı şekilde Anavatan Partisi 1987 seçimlerinden önce seçim kanunlarında değişiklik yaparak iktidarda kalmaya çalışmıştı. Hatta siyasi partiler birbirlerine o kadar gol attılar ki, 2001 yılında Anayasanın 67. maddesine “Seçim Kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” diye yazdılar. Çünkü önceki değişikliklerde iktidar partisi son dakika Seçim Kanunlarını değiştirip yani oyunun kurallarını son dakika belirleyip muhalefet partileri toparlanmadan seçimlere giderek iktidarda kalmaya çalışıyordu. Ancak bu siyasal partilerden hiç birisinin aklına seçim güvenliği ile yakından ilgili, Seçim Kanununun en tartışmasız en adil maddesini değiştirmek gelmemişti!
Şimdi ise başka bir boyuttayız. Seçim sistemini değil, seçim güvenliğini tehlikeye düşürüyoruz. Yukarıda belirttiğim gibi siyasi iktidar bu sefer ittifakları ve küçük partilerin meclise girmesini önlemek amacıyla seçim sistemini değiştirmenin yanında, seçim kurullarında en kıdemli (yaşlı/tecrübeli) hâkim uygulamasını da değiştirmek istiyor. Nasıl mı?
Yeni kanun teklifi ile Seçim Kanunu 15. maddesindeki “en kıdemli hâkim” kaldırılarak yerine “o yerde bulunan birinci sınıfa ayrılmış hakimler arasından ilk derece adli yargı adalet komisyonunca yapılan kura çekimi” ibaresi getiriliyor.
İlk bakışta normal gibi gözüken bu değişiklik aslında oldukça anormal. Çünkü “kıdemli hâkim” hem il/ilçenin en tecrübeli hâkimi hem de -ve daha önemlisi seçimler çok zaman erken seçim olarak gündeme geldiğinde- hakkında tartışma bulunmayacak “en tesadüfi” hâkim. Ayrıca, bu kura çekimlerinin ise, adli yargı adalet komisyonunca yapılması da oldukça sakıncalı. Çünkü Türkiye’de zaten yargı bağımsız değil. Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun 13 üyesi de dolaylı ya da dolaysız olarak bir siyasi partinin lideri de olan Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor. Bu durum zaten Yüksek Kurul’un siyasallaşması yönündeki tartışmaları ayyuka taşımış durumda. Bu yapıdaki Kurul aynı zamanda Türkiye’deki hem Adli Yargı Komisyon Başkanlarını hem de Başsavcı ve üyesini de atamasını yapıyor. Yani siyasallaştığı iddialarının gölgesinde görev yapan HSK, bu yapısı ile aynı zamanda kura çekimlerini oluşturacak Adli Yargı Komisyon Başkanlıklarını oluşturuyor. Başka bir ifade ile siyasallaştığı iddiaları altındaki Kurulun atadığı kişiler hakkında da siyasallaştı iddiasında bulunmak kolayca mümkün olacaktır. En azından bu yöndeki iddialar artmıştır. Bu şekilde siyasi iktidarın yargıda siyasallaştıramadığı ve tesadüfen belirlenen İl ve İlçe Seçim Kurulları bu şekilde “vesayetten kurtarılacak” ve siyasal iktidarın açık veya zımni talimatlarına maruz kalabilecektir. Tam bu noktada Türkiye’deki en kıdemli yargıçların özellikle illerde en az 25 yıllık kıdeme sahip oldukları ve 20 yıllık AKP iktidarı tarafından mesleğe kabul edilmediklerinin de altı çizilmelidir.
Somutlaştırırsak daha üç sene evvel İstanbul Anadolu Adliyesi’nde İl Seçim Kurulu Başkanı o adliyenin en kıdemli “tecrübeli/yaşlı” hâkimi Ticaret Mahkemesi Başkanı olan bir hakimdi. Bu hâkim 31 Mart seçimlerinin sonrasında siyasal iktidarın haksız itirazları hakkında haksız kararlar vermediği anda 2004 yılında emekli olan eşinin FETÖ’den ihraç edildiği iddiasından tutunda özel hayatı ile ilgili basında ve sosyal medyada acımasızca linçe tabi tutuldu. 30 yıldan uzun süredir görev yapan bir hâkimin bu tür iddialar karşısında dayanması beklenilemezdi. Hâkim emekliliğini istedi. Yerine yine adliyenin en kıdemli hâkimi olan bir hâkim geldi. O da yapılan baskılar karşısında kalp krizi geçirdi ve görevden ayrıldı. İstanbul seçimleri, en kıdemli üçüncü hâkimin gözetiminde tamamlanabildi. Ancak bu şekilde -baskılarla da olsa- bu kıdem ve tecrübede olan hakimleri etkileyemedi. İstediği kararları aldıramadı. Ve işte bu durum getirilen kanun değişikliğinin görülmeyen gerekçesidir.
Yetmedi. Yine Seçim Kanununun bu sefer 18. maddesinde değişiklik yapılarak “görev için yeterli sayıda başka hâkimin olması halinde kuraya dahil olmak istemeyenler listeden çıkarılır.” hükmü getirilmek istenmektedir. Bu değişikliğin ise, işte tam bu baskı ortamında “tarafsız” olduğu bilinen (Örneğin AKP parti teşkilatında görev yaparken hakimliğe geçen kişilerden olmayan) hakimlerin görevden rahatça “affını” isteyebileceği, “işaret edilen veya işaret edilebilen” hakimlerin bu görev için kuraya dahil edilebileceği bir ortam yaratacağı açıktır. Yargı, her türlü şaibeden uzak olmalıdır. Ben bu anlattıklarım mutlak olacak demiyorum. Ancak Seçim Kurullarının yukarıda anlattığım şekillerde oluşturulması ihtimali mevcuttur. Böyle bir ihtimalin ise, seçim güvenliğine gölge düşüreceği ise izahtan varestedir.