Anayasa’nın 67. Maddesinin 5. Fıkrasına göre, seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir. Yani fıkranın içinde aslında “adalet” vurgusu vardır. Oysa özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) denilen ama özünde “tek adam yönetimi” olan sistemin ne adalet ne demokrasi getirmesinin mümkün olmadığını her olayda yeniden yaşıyoruz.
İktidar 2017 Referandumundan hemen sonra CHS’nin işleyebilmesi ve ilk anda -sistemin demokratik olabilmesi amacıyla- üç ay içerisinde düzenleme yapacaklarını söylemişti. O üç ay hiç gelmedi. Ve halen de yapılmadı. Anayasaya aykırı “çoklu baro” geldi ama bu düzenlemeler gelmedi. Çünkü üç ayda yapılması gereken düzenlemeler öyle ya da böyle Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini sınırlayacaktı. Bu sebeple, bu değişiklikleri hiç yapmadılar ve böylece sistem daha da ucube bir hal aldı. Halen de devam ediyor.
Bununla kalmadılar. Parlamenter sistemde yasalarda “başbakan, bakanlar kurulu” geçen her yere Cumhurbaşkanı yazdılar. Bir yer hariç! O da Seçim Kanunu.
Seçim Kanunu 65. maddesi seçim propagandasının başlangıcından oy verme gününe kadar, başbakan ve bakanlarla milletvekillerinin seçim propagandası ve gezilerinde makam araçlarını, resmi araçları, protokol karşılaması ve uğurlaması, resmî tören ve ziyaret yapamayacaklarını düzenliyor. Bu düzenlemede amaç eşitliği sağlamak. Ancak bugüne kadar her nedense 65. maddedeki “başbakan” ibaresine dokunulmadı. Her yerden kaldırıldı, buradan kaldırılmadı. Böylece, AKP Genel Başkanı aynı zamanda Cumhurbaşkanı olduğu için seçim yasaklarından fiilen muaf sayıldı. Bu sebeple 2018 seçimleri çok adaletsizdi, eşit değildi. Cumhurbaşkanı devletin başı sıfatı ile seçim yasaklarına dahil olması gerekirken seçimlerde devletin tüm imkanlarını AKP’ye oy istemek için seferber etti. Korkunç bir adaletsizlikti. Açıkçası ben utandım.
Ancak bitmedi. Aynı olaylar Mart 2019 yerel seçimlerinde ve sonrasında tekrarlanan İstanbul seçimlerinde yaşandı. Hatırlarsanız İstanbul seçimleri adeta AKP Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanı ile CHP adayı arasında geçti. O zaman sorsanız seçmenlerin çoğu Sayın Binali Yıldırım’dan çok Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın aday olduğunu düşünüyordu. Sayın Ekrem İmamoğlu, bu kadar haksızlık içerisinde seçimi kazandı.
Ama yine bitmedi. Şimdi de TBMM’ne sunulan taslak metinde 65. madde için “Başbakan” ibaresi, mevcut yönetim sisteminde başbakanlık olmadığı için “nihayet” çıkarılmak isteniyor. Yürürlükte olan yasadaki bakanlar ve milletvekillerine dair yasaklar devam ederken, CHS’yle birlikte aynı zamanda parti genel başkanı da olabilen “Cumhurbaşkanı’nın” propaganda sürecinde nasıl davranacağına ya da yasak kapsamında olup olmadığına ilişkin bir düzenleme öngörülmüyor. Özetle, önümüzdeki seçimlerde de Cumhurbaşkanı, seçim yasaklarına tabi olmadan devletin imkanlarından seçimlerde yararlanacak, halkın parasını AKP seçimi kazansın diye kullanacak. Başka bir deyişle, 2018 yılında her yerden Başbakan ibaresi çıkarılıp Cumhurbaşkanı ibaresi konulurken seçim kanunu 65. maddedeki “Başbakan” kelimesi yerine “Cumhurbaşkanı” kelimesi konulmamıştı. Anlaşılan yapılan eleştiriler karşısında bu sefer 65. maddedeki başbakan ibaresi kaldırılıyor. Ama her nedense(?) her yerde Başbakan yerine Cumhurbaşkanı yazılmışken 65. maddeye Cumhurbaşkanı yazılmıyor. Yazmıyor çünkü önümüzdeki seçimlerde de AKP Genel Başkanının devletin tüm imkanlarını yani vergilerimizi AKP’ye oy isterken kullanılması isteniyor.
İktidarın siyasi İslamcı karakterini biliyoruz. Adında “Adalet ve Kalkınma” olsa da 20 yıldır ülkemizde yaratılan haksızlıkların ve adaletsizliklerin sonu gelmiyor. Bu aslında bize laikliğin önemini -yani kaba tabirle din ve devlet işlerinin asla yan yana gelmemesi gerektiğini- bas bas bağırarak söylüyor. Yukarıda anlattığım artık gözümüze gözümüze sokulan adaletsizlikler ise demokratik seçimlerin en temel niteliklerinden biri olan “eşitlik” ilkesinin siyasi İslamcılar eliyle nasıl ortadan kaldırıldığını gözler önüne seriyor.