Konuyu maalesef ki çok uzatma imkânına sahip değiliz. Makale sınırları içerisinde kalma zorunluluğu var. Halbuki daha önceki yazılarımda olduğu gibi bu yazıda da, enine boyuna tekrar tartışılacak uzunlukta konular bunlar.
Yazının daha önceki bölümlerinde özellikle vurguladığım gibi faşizm demokrasinin diğer bir ucudur. Bu durumda “yeni faşizm” de bundan ayrı tutulamaz. Devlet aygıtları demokrasi ile sınıfsal çıkarlarını koruyamadığı durumlarda faşizm zor aygıtına kucağını açmakta hiçbir tereddüt göstermez. Faşizm devletin belki de en son başvuracağı bir zor aygıtı veya sistemi ise, “yeni faşizm”in de bununla bir bağlantısı olması gerekir. O zaman ilkönce devlet tanımını, neoliberalizm ile birlikte değişen devlet tanımını iyice anlamamız gerekiyor.
Bu noktada tartışmanın en çetrefilli yanlarından birine değinmek zorunluluğu var. Devlet neoliberal dönemde küçülüyor mu, yoksa büyüyor mu? Neoliberal düşünce, sınırların ortadan kalmasını isterken ve ulus devlet kavramlarına saldırırken, birçok düşünce insanı devletin küçüldüğünden dem vurdu. Bazı düşünürler ise, devletin küçülmediğini aksine büyüdüğünü iddia ettiler. Ben ikinci tarafta olduğumu baştan belirteyim. Sebeplerim var. Bu noktada Althusser’in devlet tanımı işimize yarayacaktır:
Devletler yıkılır ama devlet aygıtları ayakta kalır.
Althusser devlet ile devlet aygıtını birbirinden ayırarak işe başlar. Devletler yıkılabilirler ama devletin aygıtları devlet yıkılsa bile ayakta kalabilirler. (Burada Lenin’den ve Sovyetler Birliği’nden örnek veriyor. Devrim olması bile zaman zaman devletin değişmesine yetmemektedir diyor. 1917 gibi bir toplumsal devrimden sonra bile, devlet iktidarı proletarya ve yoksul köylü ittifakınca ele geçirildiği halde, devlet aygıtının büyük bir bölümü, olduğu yerde kalmıştı. Lenin bunu yeterince tekrarlamıştı...)
Tüm bunları anlatmam gerekiyor çünkü yeni faşizm tanımının ağırlıklı noktası veya klasik faşizmden ayrıldığı nokta bu ideolojik aygıtların ve zor kullanımının değişimiyle ilgili. Bunun için Althusser’den yararlanmaya devam edelim:
“Önce önemli bir noktayı açıklayalım: Devlet (ve de kendi aygıtı içindeki varoluşu) yalnızca devlet iktidarına bağlı olarak anlam taşır. Tüm siyasal sınıf mücadeleleri devlet çevresinde döner. Başka deyişle, devlet iktidarının herhangi bir sınıf ya da sınıflar ya da sınıfsal fonksiyonları ittifakı tarafından elde tutulması, yani elde edilmesi ve korunması çevresinde döner. Yaptığımız bu ilk açıklama, böylece bizi siyasal sınıf mücadelelerinin hedefi olan devlet iktidarı (devlet iktidarının korunması ya da elde edilmesi) ile devlet aygıtını birbirinden ayırmaya zorluyor.”
Althusser devlet ile devlet aygıtı arasındaki farkları şu dört maddeyle iyi bir şekilde açıklar:
1) Devlet, devletin (baskı) aygıtıdır.
2) Devlet iktidarı ile devlet aygıtını birbirinden ayırmak gerekir.
3) Sınıf mücadelelerinin hedefi devlet iktidarıdır, dolayısıyla, devlet iktidarını ellerinde tutan sınıflarca (veya sınıf ya da sınıf fraksiyonları ittifakı) devlet aygıtının kendi sınıfsal hedefleri doğrultusunda kullanılmasıdır.
4) Proletarya, var olan burjuva devlet aygıtını yıkmak ve bu ilk aşamada onun yerine bambaşka bir devlet aygıtını koymak, daha ileriki aşamalarda ise, radikal süreci, devleti yıkma sürecini (devlet iktidarını ve her türlü devlet aygıtının sonu) başlatmak için devlet iktidarını ele geçirmelidir.
Konuyu uzattığımı biliyorum ama asıl anlatmak istediğimizi anlatabilmek için temel ayrımları iyi bilmemiz gerekiyor. Devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtları arasındaki fark önemli. Çünkü yukarıda da söylediğim gibi, bizi asıl ilgilendiren konu, görünürde değişen devlet aygıtlarının (aslında sadece şekil değiştirip, görünmezlik kisvesini eskiye göre daha iyi sağlayan ve kendini oldukça çeşitlendiren devletin ideolojik aygıtları) bizim yeni faşizmi anlamamızda çok önemli bir yer tutuyor olması. O yüzden tekrardan devletin zor aygıtları ile devletin ideolojik aygıtları arasındaki farka bakmamız gerekiyor.
Althusser’den devam edelim:
“DİA’lar Devletin (baskı) Aygıtı’yla aynı şey değildirler. Marksist kuramda, devlet aygıtının şunları kapsadığını anımsatalım: Hükümet, İdare, Ordu, Polis, Mahkemeler, Hapishaneler vb. – ki bunlar bizim bundan böyle Devletin Baskı Aygıtı adını vereceğimiz şeyi oluştururlar...
Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA) ise:
1- Dinsel DİA
2- Öğrenimsel DİA (gerek özel okullar, gerekse devlet okulları)
3- Aile DİA’sı
4- Hukuki DİA (hukuk aynı zamanda hem devletin baskı araçlarında hem de ideolojik aygıtları arasında yer alır)
5- Siyasal DİA (değişik partileri içeren sistem)
6- Sendikal DİA
7- Haberleşme DİA’sı (basın, radyo, televizyon vb.)
8- Kültürel DİA (edebiyat, sanat, spor vb.)”
Althusser konuya şu önemli notu da ekliyor:
“Artık işin özüne dönelim. DİA’lar Devletin Baskı Aygıtı’ndan aşağıdaki şu temel farkla ayrılırlar: Devletin baskı aygıtı zor kullanarak işler, oysa DİA’lar ideoloji kullanarak işlerler.”
Aslında konunun bizi tam da ilgilendiren kısmı bu. Devletin küçüldüğünü iddia edenler, aslında sadece devletin zor aygıtlarının küçüldüğünü söylemiş oluyorlar. (Ordunun küçülmesi, gümrüklerin ortadan kalkması, devlet teşebbüslerinin azalması, sınırsız seyahat için vizelerin kalkması vs.) Ama Althusser’in tanımına baktığımızda devleti oluşturan iki öğenin (baskı aygıtları, ideolojik aygıtlar) birisi zayıflarken (zor kullanımı) diğerinin hiç olmadığı kadar büyüdüğünü ve şişmanladığını görebiliriz. Demek ki neoliberalizmle birlikte devlet küçülmüyor, devlet daha da büyüyor diyebiliriz.
Bu noktada devletin ideolojik aygıtlarına yeniden bakmamız gerekiyor. Aslında “yeni faşizm”i oluşturan da devletin büyüyen ideolojik aygıtları.
Bu noktada kısa da olsa ideoloji kavramından bahsetmemiz gerekiyor.
İdeoloji; bir insanın veya bir toplumsal öbeğin zihninde egemen olan düşünceler, tasarımlar sisteminin bütünüdür. Şu noktanın da altını bir kez daha çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum. İdeoloji sadece üst düzey insanlara aitmiş, sanki sadece onlarda olurmuş gibi çok yaygın köylüce bir inanış vardır. Halbuki ideoloji, en basit insanda da vardır. Bir çobanın bile bir düşünceler-tasarımlar dünyasının olduğunu saptamak zor olmamalı. Gelişmişlik ve azgelişmiş birey arasındaki ideolojik farklılığı seçim yapmaya benzetebiliriz. Gelişkin olan birey, ideolojik manipülasyonlara daha kapalı, azgelişmiş olanın ise daha açık olmasından ileri gelen bir farktır bu.
Peki ideolojik hegemonya nasıl sağlanır?
Kısaca tarif edecek olursak, egemen ideolojinin (sınıfın), dil, bilim, kültür, edebiyat, sinema, aile, okul gibi araçları kullanarak, kimi zaman gözüne sokarak kimi zaman ise hissettirmeden, her türden görüşü kendine benzetmesiyle sağlanır. Bu süreç çok uzun da olsa meyvelerini verir. Bir müddet sonra renkler arasındaki fark ortadan kalkar ve vasatta birliktelik kurulur.
Neoliberalizmi en ideolojik sistem olarak tanımlayabiliriz. İdeolojik aygıtları yeri geldiğinde faşizme kadara ileri götürebilir. Bu kadar ideolojik bir çağda, kendisine entelektüel, solcu, ilerici diyen bireylerin bile, bu ideolojik hegemonyanın etkisi altına girdiğini saptamak çok zor değildir.
Görünmezlik ilkesi
Devletin zor aygıtları hep görünür olmuştur. Yani mücadele eden için zor aygıtı hep görünürdür, yani hedef ortadadır. Ama aynı şeyi ideolojik aygıtlar için söylemek oldukça zordur. Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik, mücadele içinde olan sınıflar için patronlar da görünmezlik perdesi arkasındadır artık. Aynı şey ideolojik aygıtlar için de geçerlidir. Althusser bunu şöyle açıklıyor:
“İlk aşamada, devletin bir tek baskı aygıtı olmasına karşın, birden çok sayıda DİA olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Ve DİA’lar arasında bir birlik olduğunu varsaysak bile, DİA’ların bu çokluğunu bütünleştiren birlik dolaysızca görülemez... Eğer DİA’lar ideolojiye öncelik vererek işliyorsa, onların çeşitliliğini birleştiren şey de, işte bu işleyiş olmalı; çünkü işleyişlerini sağlayan ideoloji, bütün çeşitliliği ve çelişkilerine karşın, egemen sınıfın ideolojisi olan egemen ideolojinin altında, aslında daima bir birliğe sahiptir.”
Ve şöyle devam ediyor:
“Bildiğimiz kadarıyla, hiçbir sınıf Devletin İdeolojik Aygıtları içinde ve üstünde kendi hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını kalıcı olarak elinde tutamaz. Devletin baskı aygıtının birliği, iktidardaki sınıfların sınıf mücadelesi siyasetleri uygulayan, iktidardaki sınıfların temsilcilerinin yönetiminde birleşmiş-merkezileşmiş örgütü aracılığıyla sağlanmasına karşın, değişik DİA’lar arasındaki birlik egemen ideoloji tarafından, egemen sınıfı ideolojisi tarafından, çoklukla çelişkili biçimlerde sağlanır.”
Tam da bu noktada, bu çelişkiler ideolojik aygıtları hem saptanamaz hem de görünmez kılar.
Devletin İdeolojik Aygıtları, iktidardaki sınıfların değişimiyle, aslında üretim ilişkilerinin ve yapısının değişimiyle doğrudan ilgilidir.
Eğitim, devletin en ideolojik aygıtı gibi durmaktadır, o yüzden eğitim üzerinden bir örnek verelim.
Feodal toplumda, kiliseler hem din ideolojik aygıtını temsil ederken, hem de eğitim kısmını elinde bulunduruyordu. Burjuvazi devrimiyle birlikte, kilisenin yerini okullar almıştır. Burjuvazi eğitim sistemi, tam da burjuva sınıfına uygun olarak dizayn edilmiş, yani ideolojik hegemonya aracına dönüşmüştür. Örneğimizi biraz daha genişletirsek, otokrat kapitalizm döneminde eğitim üretim aygıtlarını (emekçiyi) üreten bir kurum haline gelirken, yapısal olarak buna evrilmişken, neoliberalizm döneminde okullar, bireyi yeniden esnek olarak (neoliberalizmin temeli, esnek üretim modelidir) yetiştirmek, onu topluma o şekilde hazırlamaktadır. Okul biraz abartarak söyleyecek olursak neredeyse üreticiyi eğitmek yerine, bir tüketiciye nasıl dönüştürürüm modeli üzerine kuruludur. Kurumun kendisi de özelleştirilerek (eğitim kurumlarının özelleştirilmesine bu gözle de bakmak gerekir) bir tüketim haline getirilmiştir.
Konuyu diğer makalelerimde daha fazla analiz ettiğim için yer darlığından burada kesiyorum ama anafikri söylemiş olduğumu düşünüyorum.
Aile kurumu da ideolojik aygıtlara girer. Ailenin yapısı nasıl feodal toplumdan burjuva toplumuna geçerken değişim göstermişse, otokrat kapitalizmden neoliberalizme geçişte de aile kurumu anlam ve yapısal olarak değişmiş, neoliberal üretim modeline göre dizayn edilmiştir. Burada da bize düşen, bu yapısal dönüşümün kendiliğinden oluşmadığı, bir sistem dahilinde (ideolojik olarak) dönüşüme uğradığını saptamaktır.
Althusser bunu şu şekilde ifade eder:
“Okul aile çifti, Kilise-Aile çiftinin yerini aldı (feodalizmden kapitalizme geçiş).
Tüm DİA’lar, hangisi olursa olsun, aynı hedefe yönelir: Üretim ilişkilerinin yeniden-üretimi, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden-üretimi.
Her biri bu tek hedefe kendine özgü yoldan katkıda bulunur: Siyasal aygıt bireyleri devletin siyasal ideolojisine uydurur – bu, ya demokratik, dolaylı ideolojidir, ya da dolaysız faşist ideoloji. Haber aygıtı, tüm yurttaşları basın, radyo, televizyon ile günlük milliyetçilik, şovenizm, liberalizm, ahlakçılık vb. dozlarıyla besler. Kültürel aygıt da aynı şeyi yapar. Dinsel aygıt ölüm, doğum, nikâh gibi önemli törenler ya da vaazlarla...”
Tüm DİA’lara neoliberal üretim modeliyle bakmak zorunluluktur. “Yeni faşizm”in dayandığı noktalar bunlardır. Zorlu kısmı ise, görünmez oluşlarıdır, tam da bu nedenden dolayı daha fazla dikkat edilmelidir.
Ama benim bu yazının son kısmı olarak düşündüğüm bölüm, bireylerin nasıl dönüştürüldüğü. Birey kavramının nasıl bir değişime uğradığı ve bunun “yeni faşizm”e nasıl evrildiği.
Haftaya “yeni faşizm” konusunu tamamlamak ve görüşmek üzere.