Önce durumu somut olarak tespit edelim; Türkiye artık eski deyimle seçim “sath-ı mailine” girdi. Bu deyim, “eğik düzlem” anlamına gelir ve artık durulması ya da geri çevrilmesi mümkün olmayan bir süreci anlatmak için kullanılır. Dolayısıyla, bütün toplumu ve ülkeyi sarsacak bir olay (doğal afet vb) veya ağır sonuçlar yaratacak bir siyasal gelişme (topyekûn savaş gibi) olmadığı sürece, 2023 seçimlerini engellemek/iptal etmek mümkün değildir. Tarihsel ve siyasal bakımdan bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren, sadece türdeş olmayan kimi toplum kesimlerinin ideolojik motivasyonlu (İslamcılık-muhafazakârlık) desteğine dayanan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Sınıfsal bakımdan ise yeni gelişen bazı sermaye çevrelerinin çıkar ittifakını yöneten Erdoğan-AKP kliğinin, tek meşruiyet kaynağı seçimlerdir. Bu nedenle, siyasal İslamcı iktidarın bu seçimlerden kaçması, kendisinin tek meşruiyet kaynağını da imha etmesi anlamına gelecektir. Bu durumda ülkeyi yönetmesi imkânsızdır. Bu seçimde ikilem basit, gerilim ise çok yüksek… Çünkü hem iktidar hem de muhalefet çevreleri bu seçimlere tarihsel bir anlam yüklüyor. Toplumun kaderinin yeniden belirleneceği, cumhuriyetin ikinci yüzyılında nasıl bir yol izleneceğinin yeniden tayin edileceği bir seçime gidildiği görüşü ağırlık kazanıyor. Bu değerlendirmenin pek de yanlış olduğu söylenemez. O halde duruma biraz daha yakından bakalım.

TARİHSEL HESAPLAŞMA

Toplum; Cumhuriyet ile en yüksek noktasına ulaştığı 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme rotasını ya yeniden kuracak ya da Emevi yobazlığına teslim olarak kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline gelecektir. Diğer bir ifade ile Türkiye ya modern dünyanın bir parçası olacak ya da İslam dünyasının hala aşamadığı ortaçağın karanlığına sürüklenecektir. İkilem basitçe budur. Giderek şiddetlenen ve bütün toplumu saran gerilimin kaynağı da aynı ikilemde yatmaktadır. Türkiye, geçen yüz yılda yarım bıraktığı bir hesaplaşmayı tamamlamak zorundadır. Dinci gericilikle hesaplaşmasını bitirememiş, dinciliğin eleştirisini tamamlayamamış hiçbir toplumun gerçek anlamda modernleşmesi ve aydınlanması, -bu anlamda, burjuva karakterli bir demokratikleşmeyi gerçekleştirmesi bile- mümkün değildir. İhanete uğrayan Cumhuriyet, iktidarına son verdiği güçlerle önce uzlaşmış sonra da teslim olmuştur. Cumhuriyeti cami avlusunda terk edenler, kaderlerini de cemaatin insafına bırakmıştır. Batının kendi değerlerine ihaneti ise, bu süreci tamamlayan bir işlev görmüştür. Bir ülkenin, gericilikle tarihsel hesaplaşma defterini kapatmadan, o yükle yoluna devam etmesi imkânsızdır. Dolayısıyla; eğer Türkiye dinci gericiliği aşamaz ise, hibrit bir rejime ve topluma sürüklenerek en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır.

HATA YAPMA LÜKSÜ YOK!

Bu nedenle, -eğer tarih ertelenmez ya da öne alınmazsa- önümüzdeki 6 ay içinde yapılacak cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri, yukarıda da altı çizildiği gibi, her hangi bir siyasal yarış olmanın çok ötesinde bir anlam kazandı. İslamcı faşizan iktidar, özellikle AKP liderliği bu durumun bilincinde görünüyor. O nedenle bütün gücüyle Cumhuriyetin tasfiyesini tamamlamaya, düşük yoğunluklu da olsa bir İslami rejim kurma hedefine ulaşmak için çalışıyor. Bu amaçla, ne yasa ne hukuk tanıyor. Dahası, elinde tuttuğu devletin bütün olanaklarını kullanıyor. Siyasal sahtekârlık, hile, baskı, adli ve polisiye güçleri kullanmak gibi her yöntemi meşru sayan bir tutum izliyor. Sonuç olarak önümüzde, siyasal ve toplumsal bakımından sert, çatışmalı ve ülkenin canını yakabilecek bir süreç bulunuyor. Ancak, eğer gereği yapılır ve doğru bir siyasal mücadele hattı kurulabilirse bütün rezervlerini tüketen, siyasal ve ideolojik bir iflas yaşayan İslamcı hareketin başarı şansı bulunmuyor. Büyük bedeller ödense de, toplumun Arap-Selefi yobazlığına teslim olması imkânsız görünüyor. Ancak, bu ifadenin şartlı bir cümle olduğunu da unutmamak gerekiyor. Eğer gereği yapılırsa…

SİYASAL VE TARİHSEL ÖMÜR

Siyasal ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, bunu son 7 yıldır başardığı da ortada. İslamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, muhalefetin dağınıklığı ve programsızlığından alıyordu. Muhalefetin ulusa önderlik etmek konusundaki kapasite eksikliği, İslamcı iktidarın en büyük güç kaynağını oluşturuyordu. Bu boşluğun belli ölçülerde doldurulduğu bir dönemden geçiyoruz. Fark budur. Çıkış, seçimlere bir “devrim” anlamı yüklemeden, AKP-MHP bloku karşısında gerçek bir seçenek oluşturmaktan geçiyor. CHP öncülüğünde oluşturulan Millet İttifakı / Altılı Masa böyle bir seçeneği oluşturacak mümkün ve en büyük güç gibi görünüyor. Bu ittifak, tam olarak cumhuriyetçi, halkçı, aydınlanmacı, kamucu, laik ve yurtsever bir seçenek olmasa da kazanmaya en yakın seçenek olma özelliğini de taşıyor. HDP’nin merkezinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güç Birliği de Altılı Masa ile hem eleştirel bir ilişki hem de koordineli bir tutum izlemelidir. Altılı Masa ya da Millet İttifakı’nın en önemli eksiği soldur. Dolayısıyla bu ittifakı bir sol eleştiri altında tutmak, hem gerekli hem de tarihsel bir görevdir. Eğer, önümüzdeki seçimler toplumun kaderini yeniden belirleyecek bir öneme sahipse, hile yapılmasına, halkın iradesinin çalınmasına asla izin verilmemelidir. Bu olasılık yüksektir. Ama seçimlerde hile yapmak yasalar önünde hala suçtur. Bu unutulmamalıdır. Dolayısıyla bu olasılığa karşı, yani ülkeyi kaosa sürüklemeyi bile göze alan bir güçle, gerekirse aynı şekilde mücadele etmeye hazır olunmalıdır. Yazının tamamı için tıklayın