İslamcı AKP iktidarını üç dönem içinde ele alabiliriz. Birinci dönemi, 2003’den 12 Eylül 2010 referandumuna kadar; ikincisini, 2010’dan 15-20 Temmuz 2016 darbesine kadar; üçüncü dönemi ise 20 Temmuz 2016 sonrasındaki süreç olarak değerlendirebiliriz. AKP iktidarının ikinci döneminden başlayan ve üçüncü döneminden itibaren derinleşen ölçüde ülkede kurumsal bir çöküş yaşanıyor. Bir kabile düzeni oluşuyor. Süreç, adeta bir “medeniyet” yıkımına dönüşüyor. Derinliği, birikimi, geleneği, modernite kültürü olmayan bir kasaba yobazlığı, hatta bir Bedevi gericiliği ülkeye egemen oluyor. Hukuksuz, kuralsız, despotik bir patrimonyal sultanlık kuruluyor. Her faşist rejim gibi islamcı faşistler de kurumsal ve hukuksal birikimi imha ediyor. Keyfi ve her şeyi “Başyüce” denilen şefin belirlediği bir âlem oluşuyor. Siyasal İslamcılık, yeni zenginler sınıfının ve muhafazakâr kodamanların sermaye birikim aracına dönüşüyor. Türkiye’de popüler olan ve ‘‘Beşli Çete’’ diye kodlanan iktidar yanlısı sermaye çevreleri bu modelin ürünüdür. Bu sermaye çevreleri, ‘‘sıra bizde’’ ilkelliğiyle servetten ve iktidardan daha fazla pay isteyen, doymak bilmez bir saldırganlık içinde hareket ediyor. Su akarken küplerini dolduruyorlar. Üstelik önlerinde hiçbir engel de yok. Başyüceyi memnun etmek yeterli oluyor. Tablo net; AKP iktidarı, Selçuklu ve Osmanlı mirasını da içeren Cumhuriyetin kurumsal yapılanmasını da imha etti. Siyasal islamcılık doğası gereği modern bir ulus devlet düzeni ve güçler ayrılığı ilkesine dayalı görece kurumsal demokratik yapılanmayla birlikte olamayacağını ortaya koydu. Yakın dönemin tarihsel deneyimi, siyasal islamcılığın, modernite ve aydınlanmayla tanışmış toplumları yönetme kapasitesine ve yeteneğine sahip olmadığını gösterdi. Erdoğan-AKP iktidarı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile “lider-parti-devlet” birliğinden oluşan -ki faşist ya da faşizan rejimlere özgü tipik bir yapılanmadır- bir rejim kurdu. Bu rejim ile tanıdığı olağanüstü yetkiler, devlet aygıtının liderin mutlak iradesi ve kararlarına dayalı şekilde yönetilmesine yol açtı. İşte bu rejim, sadece Cumhuriyet döneminin değil, Osmanlı tarihinde bile görülmeyen bir güç merkezileşmesine ve iktidar birliğine neden oldu.

KURUMSAL GELENEĞİ OLMAYAN İSLAMCILIK

Türkiye’de, Selçuklular ve Osmanlılar’dan gelen, Bizans birikimini de içeren bin yılı aşkın bir devlet geleneğinde, başbakanlık (başvezirlik, sadrazamlık) kurumunun bulunmadığı ilk ve neredeyse tek siyasal dönemi yaşanıyor. Ortaçağda başvezirlik /sadrazamlık makamının ya da kurumunun bulunmadığı siyasal düzen aşaması kabile-aşiret dönemidir. İşte AKP iktidarı, işaret ettiğimiz o bin yıllık devlet geleneğinden süzülen kurumsal birikimi imha etti. Yerine, bir tür aşiret reisliği diyebileceğimiz ‘‘Başyüce’’ iradesine mutlak şekilde bağlı bir rejim yaratmaya kalkıştı. Modern çağda bile örneği olmayan bir “islam devleti” oluşturmaya çalıştı. Bu rejim, Necip Fazıl Kısakürek’in teorisini yaptığı islamcı faşist “Başyücelik” düzenidir. Dolayısıyla ülkede artık liyakatin yerini sadakat aldı. Diplomasız olmak neredeyse bir avantaja dönüştü. Toplumsal ahlak ve birleştirici pozitif değerler çöktü. Toplum ortak iyiyi yitirdi. Buna karşılık, toplumun ilerici ve aydınlanmadan yana kesimleri bütün güçleriyle bu sürece direndi. Bu direniş nedeniyle, İslam dünyasının en gelişmiş, aydınlanma ve modernite birikimi en yüksek ülkesi olan Türkiye’de, karşı devrim süreci neredeyse 70 yıl sürdü. Cumhuriyet bürokrasisi ve burjuvazisinin bir kanadı ile merkez sağ ve muhafazakâr siyaset sınıfının ihaneti sonucu uzun ve sancılı bir intihar süreci yaşandı. İhanet edenler Cumhuriyeti cami avlusunda terk etti.

SERMAYE BİRİKİM MODELİ OLARAK İSLAMCILIK

AKP iktidarının sonucunda toplumda derin bir eşitsizlik, gelir ve servet adaletsizliği gelişti. İslamcı-muhafazakar bir oligarşi oluştu. Dinci yeni zenginler sınıfı, ulema, islamcı siyasetçiler ve muhafazakar üst bürokrasiden oluşan ve mutlak azınlık anlamına gelen bu oligarşi, ülke kaynaklarına el koydu. Ancak, siyasal İslamcı iktidarın, kendisine bağlı bir zenginler sınıfı yaratma amacıyla uyguladığı ilkel sermaye birikim modeli artık tıkanmış durumda. Bu sermaye birikim modelinin teolojik ve sosyolojik olmak üzere iki tarihsel ve ideolojik kaynağı bulunuyor. İslamcı iktidarın, ‘kâfirlerin devleti’ olarak gördüğü Cumhuriyeti ‘fethettiğini’ varsayarsak, kamusal birikimi ve toplumsal varlıkları bir anlamda ‘ganimet’ ve ‘kılıç hakkı’ olarak görüyor. Tam bir ortaçağ hukuku olan bu zihniyetin sahipleri, kendilerinin ‘cihat’ ettiğine inanıyor ya da bu anlayışı savunuyor. Ülke kaynaklarını bir süre yağmalamayı hak olarak görüyor. Bu bahiste İslamcıların samimi olup olmadıkları, söz konusu inançların gereğini yapıp yapmadıkları ayrı bir tartışma konusudur. Teolojik arka plan ve ideolojik gerekçe budur. Ancak, bu konuda bir samimiyetlerinin olmadığı da açıktır. Çünkü siyasal İslamcılar, kutsal bir davaları ve dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaçlarının olmadığına inanan bir anlayışa sahiptir. Özetle; yukarıda da işaret edildiği gibi, AKP iktidarının dinci faşist bir rejim kurma hırsı; Cumhuriyet ve aydınlanmaya yönelik bitmek bilmeyen kini, ülkenin kurumsal birikimini yok ediyor. Bugün Türkiye’nin içine sürüklendiği yıkıcı ve can yakıcı ekonomik krizin, yoksullaşma ve kuralsızlaşmanın; toplumsal dokunun ve insanın bozulmasının nedeni bu tablodur. Sonuç olarak; siyasal islamcılık, diğer nitelikleri ve hedeflerinin yanı sıra; ulusal zenginliklerin yağma ve talan edilmesine dayalı ilkel bir sermaye birikim modelinin ideolojisi haline gelmiştir. İslamcı hareketin iflas ettiği alanlardan biri de bu yağmacı sermaye birikim anlayışı ve modelidir. BU YAZI İLK OLARAK BİRGÜN YAYIMLANMIŞTIR | TIKLAYIN