Geçen hafta yaptığım 28 Şubat değerlendirmesinin bazı tartışmalara yol açacağının farkındaydım. Nitekim öyle de oldu. Çünkü, solda bugüne kadar yapılan klasik değerlendirmelerin biraz dışında, aykırı bir analizdi. Yeterince anlaşıldı mı bilemiyorum. O nedenle, bazı tekrarlara düşme pahasına (bunu göze alarak) aynı konuya devam etmek istiyorum.
Bilindiği gibi Batı’da Soğuk Savaş, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, 1990-91 yıllarında bitti. Hemen bütün NATO ülkelerinde, devlete paralel olarak örgütlenen yasa dışı anti-komünist silahlı aygıtlar (Gladyo, Kontrgerilla vb.) bulunduğu ortaya çıktı. Bu örgütler kendilerine ihtiyaç kalmayınca birer birer tasfiye edilmeye başlandı. Türkiye’de ise bu tarih yaklaşık 7-8 yıllık bir sapmaya uğradı. Nedeni Kürt sorunuydu. Kürt siyasal hareketine karşı “gayri nizami harp” yani “kontrgerilla” yöntemleriyle mücadele eden devlet, ülkede Soğuk Savaş dönemini bir türlü kapatamıyor, tersine ırkçı milliyetçiliği ve ‘irticayı’ teşvik etmeyi sürdürüyordu.
Bu nedenle hukuksal-siyasal yapı çürüyor, çeteleşiyor ve Türkiye elitini (Cumhuriyet burjuvazisi ve brokrasisini) 21. yüzyıla taşıyacak rezervler tükeniyordu. Yeni bir dünyanın kurulduğu tarihsel bir dönemeçte bu durum böyle devam edemezdi. Nitekim, Güneydoğu’daki düşük yoğunluklu iç savaşta askeri inisiyatifi ele geçiren devlet, önüne gelen “Susurluk” fırsatını değerlendirdi.
BALANS AYARI YAPILDI
Geçen hafta yazdıklarımı biraz daha açarak devam edelim;