Türkiye, insanlığın ilerici birikiminin ve Cumhuriyetin kazanımların (onlardan geriye ne kaldıysa) kesin ve hukuksal bakımdan da tasfiye edilmeye başlandığı kritik bir tarihsel dönemeçten geçiyor. Ancak, sonuç alıcı son hamle henüz yapılmış değil. Devleti, idari bir aygıt olarak ele geçiren İslamcı hareket, bazı tereddütleri olsa da hukuksal adımlar atmaya hazırlanıyor. Böylece, geri dönüş eşiğini aşacağını var sayıyor. Ayasofya’nın ibadete açılması, bu bakımdan sembolik ve fakat önemli bir adım oluşturuyor.
Durum şudur; Cumhuriyetin kazanımları dediğimiz şey aslında bir atmosfer, toplumda yaşayan, ama devlette karşılığı olmayan bir siyasal durum… Tam anlamıyla tarihsel bir kırılma noktası. Öyle ki, bu tarihsel kesitte artık devlet AKP’nin, Cumhuriyet ise halkındır.
AKP iktidarının “milli gün ve bayramları” kutlamayı yasaklaması, buna karşılık geniş toplum kesimleri tarafından bu günlerin hem de “sivil” şekilde kutlanmasının anlamı budur. AKP, deyim uygunsa “milletin değerleri” ile kavga halindedir. Eleştirdiği konumuna düşmüş, ideolojik ve kültürel bakımdan “milli” olmayan tek büyük siyasal güç haline gelmiştir.
* * *
Erdoğan yönetimi durmayacak, sonuna kadar gitmeyi deneyecektir. Durduğu takdirde düşer, siyaset sosyolojisinin bir yasasıdır bu. İşte bu nedenle sistem içi herhangi bir mutabakat arayışına girmeden, buna gerek bile duymadan kendi dar “ideolojik” amaçlarını bütün topluma ve ülkeye dayatmaktadır.
Dolayısıyla AKP, tarih içinde oluşan, uzun denebilecek bir süre boyunca da toplumu bir arada tutan bütün zeminleri parçalıyor. Din bile birleştirici bir etken olmaktan çıkıyor.
Modern ulus kavramı ve olgusu da derin şekilde yaralanıyor. Böylece insanlar sınıfsal / sosyal konumlarına göre tanımlanır olmaktan çıkıyor, etnik ve dinsel kimliklerine iade ediliyor.
Ancak zaman daralıyor. Dünyada ve Türkiye’deki ekonomik ve siyasal gelişmelerin seyri, AKP’yi iktidara getiren iç ve dış dinamikler arasındaki uyumun bozulduğunu gösteriyor. AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dinamiklerdeki hızlı değişim Erdoğan’ın hem ezberini hem de sinirlerini bozuyor.
Koşullardaki hızlı değişimi tam olarak kavrayamayan AKP, kendisine açık destek verenlerin dışında kalan hemen her kesimle kavga ediyor. Bu kavga onu giderek yalnızlaşıyor. Türkiye, Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan ülke olmasına karşın, Doğu Akdeniz’de yaşadığı kahredici yalnızlık, AKP iktidarının siyasal ömrünü doldurduğunun güncel samptomlarından biri oluyor.
LİBERALLERİN ÖLÜMCÜL DANSI
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin başarısı, soyut bir statüko ve devlet eleştirisi üzerinden somut bir iktidarın ve dönüşüm projesinin desteklenmesini sağlamasında, bu hedef için görece geniş bir siyasal ve entelektüel mutubakat oluşturmasında yatıyordu. Bu başarının sağlanması ve günümüze kadar sürdürülmesinde en büyük rollerden birini liberaller ve çoğu sol’dan devşirilen aydınlar oynadı.
Bugün liberallerin buruşuk peçete gibi bir kenara atıldıklarını biliyoruz. Durumları fazlasıyla acıklı. Ancak, bu işbirliğinin yarattığı yıkım ve toplumun ödediği bedel çok ağır oldu. İçinde yaşadığımız bu cehennemin yollarını döşeyen bu liberal ve sol liberallerin (buna alık solcuları da ekleyebiliriz) bir bölümü de şimdi o cehennemin ateşinde yanıyor.
Liberallerin en ince ve o ölçüde de en ağır yıkıma yol açan ihaneti, aslında basit bir ideolojik hileye dayanıyordu. Özellikle sol liberallerce, Cumhuriyet’e yönelik ilerici ve devrimci eleştiri ile gerici ve İslamcı eleştiriyi bir ve aynı şey sayıldı. Entelektüel ortama böyle sunuldu. Bu karışıklık onların vicdanlarını da rahatlatıyordu. Öyle ya, sola, aydınlara kan kusturan bir rejim şöyle ya da böyle yıkılacak, İslami bir rengi olsa da daha demokratik bir rejim kurulacaktı. Bu amaçla, Cumhuriyete yönelik gerici itiraz da demokratik bir itiraz ve eleştiri sayıldı. Dahası, İslamcılara yönelik bütün eleştiriler de geri çekildi.
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN