Bilindiği gibi; bugünkü cehennemin, yani ülkemizde hüküm süren gerici faşizan totaliter rejimin yolunu döşeyenler, esas olarak dönek solcular ve “yetmez ama evetçi” liberaller oldu. Bu liberal solcular ve dönekler, halkın, emekçilerin AKP-Cemaat iktidarına karşı gelişen demokratik, ilerici ve cumhuriyetçi direniş refleksini kırdılar. Çünkü “ne şeriatı canım” diye itiraz ediyor ve siyasal İslamcı AKP iktidarının ve illegal koalisyon artığı Fethullahçı çetenin “vesayet rejimini yıkarak Türkiye’yi demokratikleştireceğini” savunuyor, dahası, gerici faşizan blokun toplumu özgürleştireceğini ileri sürüyorlardı. Tam bir akıl tutulması söz konusuydu.
İşte AKP iktidarı ve onun 11-12 yıl boyunca suç ortaklığını yapan Fethullahçı Çete'ye destek veren bu çevrenin önde gelen isimlerinden, Hasan Cemal'den sonra, dönek solcu, iflah olmaz Amerikancı Cengiz Çandar’ın da HDP/ Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olacağı açıklandı. Daha yakın geçmişte Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan’a övgüler dizerek destek veren Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi liberal ve döneklerin, HDP’nin teklifi ile Yeşil Sol Parti’den aday olacaklarının duyurulması, geniş bir muhalif kesimde tepkiyle karşılandı. Bu tepki yerden göğe kadar haklıdır. Nedenlerini burada tartışacağız.
Yorulmuş dönek solcular, sol liberaller, pek demokratik ve çok özgürlükçü gerekçelerle müesses nizam (kurulu düzen) ile uzlaşmanın yolunu yapıyordu. Öyle ya, “askeri vesayet” rejiminden çok çekmişlerdi. Önlerinde bir fırsat vardı, hem demokrasi mücadelesi veriyor gibi olacaklar hem de büyük bir aymazlıkla özgürlük getireceğini savundukları İslamcı iktidarın eteklerine tutunup kurulu düzenle uzlaşacaklardı. Böylece, kendileri için konforlu ve güvenli bir ortam oluşturacaklardı. Bu nedenle, ideolojik bir hile yaparak, İslamcıların Cumhuriyet’e yönelik eleştirilerini demokratik bir itiraz diye sunmak onların en büyük numarası ya da siyasal sahtekârlığıydı.
Oysa İslamcıların eleştirisi tarihsel bakımdan gerici, kategorik olarak da karşı devrimci bir itirazdı. Yani aydınlanma, akılcılık, laiklik ve bilim karşıtı bir dokuya sahipti. Liberaller Ortaçağ değerler dünyasına yaslanan totaliter bir eleştiriden, demokratik ve özgürlükçü bir itiraz çıkarmaya çalışıyorlardı. Buna karşılık, Cumhuriyet’e yönelik sol itiraz ise tarihsel bakımdan ilerici, kategorik olarak ise devrimci bir nitelik taşıyordu. Diğer bir ifadeyle, aydınlanma devrimini bütün mantıklı sonuçlarına ulaştıracak bir yaklaşımdı. Cumhuriyet’in tarihsel kazanımlarını içererek aşmayı hedefleyen, onu toplumcu ve demokratik bir zeminde yeniden üretecek bir ideolojik-politik tutumdu.
Dönek solcular ve liberaller, İslamcıların ve Kürt siyasal hareketinin de büyük katkısı ve desteğiyle, bir dönem öyle bir rüzgar estirdiler ki, değil onların tezlerine itiraz edip reddetmek, eleştirmek bile sizin “darbeci” veya “vesayetçi” ya da “Ergenekoncu” ilan edilmeniz için yeterdi. Öyle ki, entelektüel ortam tam anlamıyla terörize edilmişti. Sayıları çok değildi ama iktidar ve kurulu düzen bütün olanaklarını önlerine sermişti. Çok satışlı gazetelerin sütunlarında onlar vardı, çok izlenen televizyon kanallarının bütün ekranları da onlara açıktı. Akademide ve medyada da onlar vardı, Cihangir kahvelerinde de… Pek demokratik ve çok özgürlükçü gerekçelerle İslamcı iktidara destek ve rıza üretiyorlardı. Oysa bu çevrenin büyük çoğunluğu gerçek bir darbe sürecinin hizmetine girdiğinin farkında değildi. İslamcı iktidar, alanı bu ahmak liberallere temizletiyor ve yolu döneklerle birlikte açıyordu.
Bu amaçla, eksenini “Ne darbe ne Şeriat” sloganının (ilkesinin) oluşturduğu ve ülke genelinde yaklaşık 20-25 milyon insanın katıldığının tahmin edildiği Cumhuriyet mitinglerini bile lekelemeye çalıştılar. Cumhuriyet’in son kitlesel direnişi diyebileceğimiz bu büyük toplumsal eylemi, “darbecilerin mitingi” diye nitelendirdiler. Oysa bu mitinglerde cumhuriyetin ilerici kazanımları, demokrasi, adalet ve laiklik savunulmuştu. Şaşırtıcı olacak ama katılanlar anımsayacaktır, mitingler milliyetçi bir yaklaşımdan da uzaktı. Örneğin, Kürt düşmanlığını çağrıştıran tek pankart açılmamış, tek bir slogan bile atılmamıştı. Zaten, Öcalan bile, avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde tam tersine bir tutumu savunmuş ama etkili olamamıştı. (Bu görüşme notları yayımlandı.)
Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi, İslamcı-faşizan iktidarın yolunu döşeyen liberallerin, HDP /Yeşil Sol Parti’den aday olması, bu ülkenin sosyalistleri, solcuları, yurtseverleri, gerçek demokratları ve cumhuriyetçileri için adeta bir hakaret gibidir. Üstelik, Çandar gibi istihbarat örgütleri ve ABD kurumlarıyla karanlık ilişkileri bulunduğu belirtilen birinin bu listeye dahil edilmesi, Hasan Cemal isminin bir rastlantı ya da bir yol kazası olmadığını, bilinçli bir tercihi yansıttığını ortaya koyuyor.
Türkiye solunda ve demokratik çevrelerde şaşkınlığa yol açan bu son gelişme, daha çok tartışılacak gibi görünüyor. Bu yazıyı, adı geçenlerden yapacağımız iki alıntıyla tamamlayalım. Çünkü demokratik gerekçelerle kimlerin aday diye önümüze konulmak istendiğini somut olarak görmekte yarar var.
Önce Cengiz Çandar’dan:
“Ülkenin ‘hukuk dışı’ bir yönetim yapısına kaymasını önleyebilmek ve rejimin üzerine yığılan ‘sıkışıklığı’ aşabilmek için an ve şu sıra itibarıyla en meşru araç, halka başvurmak. 12 Eylül 2010’daki referandum bu demek. 12 Eylül 2010 referandumunun önemi, 12 Eylül 1980 ile hesaplaşmaktan ziyade, ondan daha da önemlisi Türkiye’nin önünü ‘hukuk yolu’ ile açabilmekten kaynaklanıyor. Ülkenin en büyük kozu olan ‘hukukun üstünlüğüne dayalı demokrasi’ için ‘evet’ ten başka yol var mi?” (Cengiz Çandar, Radikal gazetesi)
Hem Cengiz Çandar hem de Hasan Cemal, Ergenekon davalarıyla simgelenen kumpas soruşturmalarına da destek verenler arasındaydı. Erdoğan'ın bir dönem kendisine “Hasan abi” diyecek kadar yakın olduğu Hasan Cemal ise şöyle diyordu:
“Referandum Türkiye için tarihi bir fırsat. Hukukun üstünlüğü için tarihi bir fırsat. Bu nedenle sürecin başından beri ‘evet’i savunuyorum. Türk devleti ile Kürt milliyetçileri arasındaki uzun ve şiddetli çatışmaya son vermek amacıyla Kürt gruplarla müzakerelerin başlatılması kararına da yol açabilir. Bu nedenle de, ‘yetmez ama evet!’ diyorum.” (Hasan Cemal, Radikal)
Son olarak HDP’li ve Kürt dostlarımıza bir çağrı yapmakta yarar var; bu iki ismin temsil ettiği zihniyet dünyası ile Türkiye solunun büyük bir sorunu var. Onlar ihaneti temsil ediyor. Geçmişin kirli isimleriyle temiz bir gelecek kurulamaz. Eğer geç değilse, bu hatadan vazgeçmek en doğru tutum olacaktır.