Daha önce de sıkça işaret ettiğim gibi, AKP iktidarının en büyük başarısı, kötülüğü toplumsallaştırma yeteneğine sahip olmasıydı. Öyle ki, bu ülkede kötülüğün, hoyratlığın, ilkelliğin, yağmanın, yalanın, hilenin, ikiyüzlülüğün toplumsal temeli hiç olmadığı kadar genişledi. Ahlak bozuldu, gericilik ülkeyi adeta çürüttü. Toplumun önemli bir bölümü, Türkiye’nin kıytırık bir Körfez emirliğine dönüştükçe kalkınacağını, güçleneceğini ve gelişeceğini sanmak gibi bir akıl dışılığa sürüklendi.
Oysa dünyada daha dinselleştiği ya da her biri tartışmalı olan İslami ilkelere göre yönetildiği için gelişen ve kalkınan tek bir ülke bile bulunmuyor. Dünyada Ortaçağ’ı aşan hiçbir Müslüman ülkenin bulunmaması bir tesadüf olabilir mi? İslam dünyasının Ortaçağ’ından çıkan tek ülke ve toplum olan Cumhuriyet Türkiyesi ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödüyor.
Ancak, kötülük toplumsallaşırken iyilik de toplumsallaşıyordu. Sorun iyiliği örgütlemekti. Bu ülkenin 200 yılı aşkın aydınlanma ve modernleşme birikimi, akılcı geleneği örgütlü kötülüğe ve gericiliği karşı direnişin en önemli gücünü oluşturdu. Halkın yarısından fazlası 20 yıllık mutlak iktidara, dışlanmaya, baskıya ve tehditlere karşın teslim olmadı. Devlet, İslamcı gericiliğin eline geçerken, Cumhuriyet’in toplumsal tabanı ise tarihte hiç olmadığı kadar genişledi. Geçen hafta Atatürk’ün ölüm yıldönümü (10 Kasım) nedeniyle yapılan kitlesel anma etkinlikleri, tıpkı Cumhuriyet bayramları gibi, çürümeye ve gericileşmeye yönelik tepkinin dışa vurumuydu.
Bu vesileyle içki içmek yeniden gündeme geldi. İslamcı çevreler, Mustafa Kemal Atatürk’ün içki yüzünden siroz hastası olduğu ve bu nedenle öldüğü iddiasını yeniden dolaşıma soktu. Amaç, bağımsızlık mücadelesinin ve Cumhuriyet devriminin liderini itibarsızlaştırmaktı. Öyle ya, onlara göre içki İslam’da haram olduğu gibi, laik düzeni kuranlar da birer alkolikti. Oysa Mustafa Kemal cepheden cepheye koşarken üç kez sıtma olmuş ve kinin ile tedavi edilmişti. Aşırı kinin kullanımı –ki o dönemde sıtmanın tek tedavi yöntemiydi- karaciğeri tahrip ediyordu. Sirozun nedeni buydu. Örneğin, hayatında bir damla bile alkollü içki içmeyen Mehmet Akif Ersoy da aynı nedenle siroz olmuş ve yaşamını bu nedenle yitirmişti. Kaldı ki bundan kimi ne? Her ikisinin de eserleri ortada.
***
Nedense, sol, Cumhuriyetçiler, CHP ve HDP çevreleri bu tartışmaya girmiyor. Neredeyse içki içme özgürlüğünü açıkça ve yüksek sesle savunan kimse yok. İçki içenler bile sessiz kalmayı, deyim uygunsa “bu topa girmemeyi” tercih ediyor. Oysa içki içme özgürlüğü, birçok temel hak ve özgürlüğün kilit taşı gibidir. İçersiniz içmezsiniz ama demokrasi ve laiklikten yanaysanız içki içme özgürlüğünü güçlü bir şekilde savunmak zorundasınız. Unutmayın ki, Türkiye, toplumun yaklaşık yüzde 60’ının “sosyal içici” olduğu, yüzde 80’ine yakınının da yaşamında bir kez de olsa içki içtiği bir ülkedir.
Ancak, öyle bir hava var ki, içki içmek sanki bu ülkede hem ayıp hem de yasak. Cumhuriyetçiler ve sol da bu konuda sessiz. Dünyada içki içmenin yasak olduğu tek bir demokratik ülke var mı? İsteyen içer, isteyen içmez. İçki içtiği için çevresine zarar verenler varsa, bunu cezalandıran yasalar da var.
İslamcılar, “kutsal” gerekçelerle insanların yaşam tarzlarına müdahale edebileceklerini ve herkese her istediklerini söyleyebileceğini sanıyor. Dahası, bunu yapmaya haklarının olduğunu düşünüyor. Çünkü reforme edilmeyen her inanış gibi, İslamcılık da totaliter bir anlayışı temsil ediyor.
Biliyoruz ki, içki zararlı değil, aşırı içki zararlıdır. Tıpkı aşırı tüketilen her şey gibi… Bu bilimsel gerçek ortada dururken, içki içme hakkını yüksek sesle savunamamak büyük bir yanlıştır. Kuşkusuz tek derdimiz bu değildir ama içki üzerinden yapılacak bir ahlak ve siyaset tartışmasından kaçınmak da bizim, yani solun işi olamaz.
YAZININ TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ