AKP (süreci daha geniş alırsak Siyasal İslam) üç koşulu sağlayarak iktidara geldi: Birincisi, Türkiye burjuvazisini ikna etti. Sadece küresel burjuvazi ile bütünleşmiş olan büyük burjuvaziyi kastetmiyorum. Başaltı ve orta burjuvazinin de önemli bir kesimini ikna etti; hatta esas olarak bu kesime dayanarak iktidara yürüdü. Burjuvazi, Siyasal İslam’ın iktidarı altında kârını istikrarlı bir biçimde artırabileceğini ve büyüyeceğini gördü. Laiklik, yaşam tarzı gibi konular ise burjuvazimizi fazla ilgilendirmedi; AKP’nin devlet katlarıyla bütünleştiğinde bu tür aşırılıklarının da törpüleneceğini düşündüler.
İkincisi, Siyasal İslam, emekçiler üzerinde diğer siyasal odakların hiçbirinde bulunmayan bir ideolojik hegemonya potansiyeline sahipti. Burjuvazinin ikna olmasının en önemli nedeni de buydu zaten. Din ile uyuşturulmuş, patronuna biat etmiş, kaderine razı olmuş bir emekçi kitlesi burjuvazi için bulunmaz bir nimetti. Üstüne üstlük, yaşanan ekonomik krizler sonucu biriken emekçi tepkisinin akıtılabileceği, sistem açısından zararız bir havuzu temsil etmekteydi AKP.
Üçüncüsü, kangren olmuş Kürt sorununa çözüm getirebilecek bir odak olarak ortaya çıktı. Eski rejimin siyasal odakları çözüm yeteneklerini yitirmişlerdi, dahası sorunun kangrenleşmesinin nedeniydiler. İslam, Türklerin de Kürtlerin de kabul edebileceği bir çatı (yapıştırıcı) işlevi görebilirdi.
AKP bir Amerikan projesiydi. Ama bu proje yukarda özetlediğimiz geniş bir toplumsal tabana sahipti ve Türk devleti içindeki kliklerin önemli bir bölümünün de desteğini aldı. Erdoğan’ın önünü açan kritik adımlarda sahneye çıkan şahsiyetleri anımsayalım: Devlet Bahçeli ve Deniz Baykal.
Bu tabloya AKP’nin başarılı bir biçimde uyguladığı “mağduriyet” taktiğini de eklemek gerek. Erdoğan şahsında AKP, ceberut rejim tarafından ezilen kitlelerin (emekçiler, varoşlar, Kürtler…) babasıydı. Var olan rejim mağrurdu, AKP-Erdoğan ise mağdur. Türban meselesi de bu mağduriyet taktiğini ete kemiğe büründüren mızrak ucu oldu.
Elbette kolay olmadı; AKP’nin iktidara yürüyüş sürecinde devlet içinde ciddi çatışmalar yaşandı. İş sokağa da döküldü (Cumhuriyet mitingleri). Fakat kritik dönemeçlerde (kapatılma davası, Gül’ün cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet mitinglerinin bıçakla kesilmesi vb.) AKP’yi destekleyen güçler galip geldi.
***
Ve geldik bugüne… Yukarıda dikkat çektiğimiz kıstaslar açısından günümüze baktığımızda AKP’nin ivmesinin nasıl düşüşe geçtiğini de saptayabiliriz. Ve bunun “hatalar” sonucu değil “zorunluluklar” sonucu olduğunu da anlayabiliriz.
- AKP 17 yıl boyunca kendi burjuvazisini yaratma yoluna gitti. Sistem içinde kalıcı bir yer edinebilmek için buna mecburdu. Destekçi burjuvaziye güvenilemezdi, desteği çekebilirlerdi; bu nedenle kendi öz burjuvazisini yaratmak zorundaydı. Aslında kapitalist yolu benimseyen her yeni iktidar bunu yapmak zorundadır. Genç Cumhuriyet de yapmıştı. Fakat o dönemde -neredeyse- sıfırdan bir burjuvazi yaratıldı. Bugün ise AKP kendi burjuvazisini yaratırken, bunu ister istemez kadim Türkiye burjuvazisinin aleyhine yapmak durumundaydı. Türkiye büyük ve zengin bir ülke, bir süre idare edilebilir. Yani belli bir süre hem kadim burjuvazinin gönlü hoş tutulur hem de yeni bir burjuvazi yaratılabilir. Fakat bu sürecin bir sonu var ve sonuna gelindi.
AKP’nin kısa sürede yarattığı vurguncu-soyguncu ve asalak burjuvazinin çıkarının diğer burjuva kesimlerle çelişmesi kaçınılmazdı. Bu, AKP’nin bir çıkmazıdır: İktidara kadim burjuvazinin desteği ile geldi. İktidarını korumak için kendi öz burjuvazisini hızla yaratmak zorundaydı. Ama bu yaratım ister istemez kadim burjuvazinin tepkisini ve desteğini çekmesini getirdi. AKP kendi öz burjuvazisine mecburdur, ama bu mecburiyet onun burjuvazi içindeki tabanını daraltmaktadır. Şimdi bu süreci yaşıyoruz.
Bu çıkmazı en iyi İstanbul belediye seçimlerinde görebiliriz. Erdoğan, çoğu kişinin “hata” olarak nitelediği seçim iptali kararını almak zorunda kaldı. Çünkü yaratılan vurguncu-asalak burjuvazinin (Bizzat Yıldırım ve Albayrak aileleri) vazgeçilmez mekanizmalarından biri İBB’dir; İstanbul’u kaybetmeyi göze alamazlar. Ama bu hamle, Erdoğan’ın Türkiye iktidarını da riske sokmaktadır. Kırk katır mı kırk satır mı durumundadır Erdoğan.
- AKP, Kürt sorunu konusunda, 20 yıl önceki çürümüş cumhuriyet rejiminin pozisyonuna düştü. “Kürt masası” kurma, Kürt sorununu çözme potansiyelini yitirdi. Kürt hareketinin desteği ile iktidara geldin, ama gelinen noktada iktidarını korumak için Türk şovenizmine (MHP’ye) mecbursun, fakat bu durumda seni iktidara getiren Kürt hareketinden kopuyorsun. AKP’nin bir diğer çıkmazı da budur.
- AKP-Erdoğan artık mağdur da değil. Tam tersine, mağrur. Kasımpaşa’nın asi çocuğu, bugün sarayda oturuyor, lüks içinde yüzüyor, yüzlerce korumayla geziyor… Halkın gözünde “ceberut devlet”in günümüzdeki adresi AKP-Erdoğan iktidarıdır. Her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, vurgunculuğun, yolsuzluğun, kapkaççılığın, halk düşmanlığının simgesi ve yaşanan ekonomik sıkıntıların sorumlusu Erdoğan ve yakın çevresidir. Dolayısıyla AKP iktidarının en büyük dayanağı olan emekçiler üzerindeki hegemonyası da hızla erozyona uğramaktadır. Ve bu iktidar -tıpkı bir zamanlar Erdoğan’ın yaptığı gibi- yeni “halk çocukları” tarafından tehdit edilmektedir. Bu dönüşümün de en net gözüktüğü alanlardan biri İstanbul belediye seçimleridir.
***
Kısacası, AKP’nin iktidarını korumak için yaptığı zorunlu hamleler, iktidarı yitirmesini hızlandırmaktadır. Tıpkı eski yozlaşmış cumhuriyet rejiminin düştüğü çıkmazdır bu. Gerileyen, ivmesi baş aşağı giden güçlerin kaderidir bu kısırdöngü. Öyle gözüküyor ki, AKP nasıl geldiyse öyle gitmektedir.
Ne kadar direnilirse direnilsin (her yola başvurarak direnecekleri anlaşılıyor), karşı konulamaz bir süreçtir bu. Hani “Türkiye’nin mecburiyetleri” diye bir deyim vardı ya, işte o “mecburiyetlerin” kaçınılmaz sonucudur. Günün meselesi, AKP’nin gidişinin nasıl emekçi halk lehine yönlendirilebileceği sorusudur. Bu “mecburiyetlere” dayanan emperyalist projelerin ısıtılmaya başlandığını da bilelim. Oldukça sıcak bir yaz ve sıcak birkaç yıl bizi bekliyor.