Üzerinden 5 yıl geçtikten sonra 15 Temmuz Fethullahçı darbe girişimini daha soğukkanlı ve nesnel şekilde değerlendirebiliriz. Bu İslamcı darbe girişiminin doğru bir çözümlemesini yapmak önem taşıyor. Çünkü bugün yaşadığımız çok katlı ve çok boyutlu krizin belirleyici kilometre taşını 15 Temmuz darbesi oluşturuyor.
Hemen belirtelim; darbenin asıl sorumlusu Erdoğan-AKP iktidarıdır. Bundan hiç kuşku yoktur. Çünkü daha sonra Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adı verilen Cemaat ile 11 yıl boyunca ortaklık yapan, eğitim, adliye ve polisi bu çeteye teslim eden, cumhuriyetçi demokratik muhalefeti ezmek ve devlet içindeki tasfiyeleri tamamlamak için birlikte kumpas davaları hazırlayan, nihayet birlikte laik Cumhuriyeti boğazlamaya kalkışan AKP iktidarıdır.
Şimdi biraz geriye giderek, Türkiye’nin yitirilme sürecinin yakın etabında nelerin yaşandığını, ana hatlarıyla mercek altına almaya çalışalım.
Türkiye, 70 yıllık gerici-faşizan karşı devrim sürecinin sonunda İslamcı harekete teslim edildi. AKP’de ifadesini bulan siyasal İslamcı hareket çok özel tarihsel koşulların bir araya gelmesi, iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi sonucu, 2003’de iktidara geldi. Fethullah Gülen ve örgütü, kuruluşundan itibaren mesafeli bir ilişki içinde AKP’yi destekledi. Örtülü bir koalisyon kuruldu.
Kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan AKP, merkez sağın çöküşünden alabildiğince yararlandı. Liberal aydınların ve muhafazakar siyasetçilerin desteğiyle merkez sağ seçmenin oylarını aldı. Gülen Cemaati ise illegal bir yapılanma olarak iktidarın operasyonel kanadıydı.
PAYLAŞAMADILAR
Başta Ergenekon davası olmak üzere, 2008’de başlayan kumpas davaları ve 12 Eylül 2010 referandumu sonucu devleti büyük ölçüde ele geçiren AKP-Cemaat koalisyonunun, ikinci döneminde sorunlar çıkmaya başladı. Temel uyuşmazlık konusu, AKP geniş seçmen desteğine sahip olmasına ve devleti yönetme sorumluluğunu almasına karşın, Cemaat iktidardan daha fazla pay istiyordu. Dahası, devlette belirleyici bir konum elde etmeye çalışıyordu.
Özetle, devleti kimin yöneteceği konusunda iki ortak arasında ihtilaf çıkmıştı. Bu ihtilaf, zamanla sert bir çatışmaya dönüştü. Endoğan’ın, “Ne istediler de vermedik, ama biz ihanete uğradık” demesinin anlamı buydu.
İlk hamle Cemaatten geldi. Cemaat, PKK ile Oslo’da yapılan gizli görüşmeler nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden AKP lideri ve dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ı vurmaya kalkıştı. Bu hamleyi savuşturan Erdoğan yönetimi, Cemaatin eğitim alanındaki yapılanmasını tasfiye ederek, yaşam damarlarından birini kesmeye kalktı.
Cemaatin buna yanıtı, 17-25 Aralık 2013’de yapılan yolsuzluk operasyonlarıyla geldi. Cemaat, adliye ve emniyet yapılanması üzerinden Erdoğan’ı hedefleyen, sınırlı ama sert bir darbe girişiminde bulunmuştu. Amaç, Erdoğan’sız bir AKP yaratmaktı. Böylece ele geçirdiği parti yönetimi aracılığıyla iktidara da el koyacaktı. Ancak, Erdoğan-AKP yönetimi bu girişimi de bastırdı. Gel gelelim ahlaki bakımdan kavgayı kaybetmişti. Çünkü ortada gerçek yolsuzluk dosyaları ve yüz kızartıcı bir rüşvet çarkı vardı.
AKP, yeni ittifaklar aramaya yöneldi. Erdoğan, iki cephede birden savaşamayacağını görmüştü. Böylece Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. gibi davaların düzmece / tertip olduğunu itiraf etti.
AKP kurmayları, bu davalar için sahte delil üretildiğini, yalancı tanıklar bulunduğunu, esas olarak muhalefetin bastırılmak istendiğini ve nihai amacın devlet içinde yeniden yapılanma olduğunu açıkladı. Böylece “kumpas” davaları çöktü. Polis ve adliyede tasfiyeler başladı. Cemaatin eğitim kurumları kapatıldı ya da el konuldu. AKP geleneksel devlet gücünü de arkasına alarak geniş bir “temizlik” operasyonu başlattı.
YAZININ TAMAMI