Oysa ki her şey ne kadar kontrol altında ve ne kadar normal değil mi? Bu sabah uyandığımız gündem Elmalı vakası. Yine içimizi dağlayan bir dava ve ağır cinsel istismara maruz kalmış çocuklar. Onlar küçücük bedenlerinde sonsuza kadar bu acıyı taşırken acaba kaçımız ne kadar süre hatırlayacak bu vahşeti. Tıpkı Pozantı, Ensar Vakfı, Gerger vakaları gibi… Maalesef unutuyoruz.
Bu öyle bir hafızasızlık hali ki; on yıllardır sen de efsundan ben diyeyim korkudan adeta ölüm uykuna yatmış bir toplumun yüzüne arada su sıçratıyor bazı genç adamlar ve genç kadınlar. Öyle kimseyi ‘uyandırmak’ gibi büyük hayalleri de yok bence. Sadece yaşama ve yaşamaya bakıyorlar. Çoğunlukla Instagram’da çokça da Twitter’da ve daha yeni yetmeleri TikTok’da ve daha adını bilmediğim başka başka mecralarda… Farklı bir dünya olduğu kesin. Herkesin kendi çapında bir şöhret olduğu oraların ‘kafası’ ayrı bir yazı konusu. Gel gelelim, bir şeyler oluyor. “Hiçbir şey olmasa bile bir şeyler oluyor”…
Ve bu ülkenin asık suratlı, kara adamları ve adamlığa öykünen kadınları hiçbir şey anlamıyor. Anlamadıkları gibi korkuyorlar da. Ve her korkak gibi korktukça daha da saldırıyorlar. Çünkü kendilerinden olmayana dayanamıyorlar. Kendilerinden olmayan tehlikeli, tekinsiz. Ve onlardan daha fenası bu tekinsizlere omuz verenler. Yani üzerinde anlaşılmış bir ‘kurban’ varken ve tam kızgın demirle damgalanacakken dünyanın bütün günahları onun boynuna asılmışken; işte o genç adamlar ve genç kadınlar bir anda cesaretle toplaşıverip kurbanı ‘azat’ ediyorlar. Çünkü biliyorlar ki, her rengin ve her renkten insanın yaşam hakkı vardır. Asık suratlılar mı; öfkeden deliriyorlar. Öyle ya yaşamdan nefret edene nasıl anlatırsın yaşam hakkını?
İşte o ışıl ışıl genç adamlardan biri Taylan. Tişörtünde gökkuşağının renkleri var. Bu renkler 1978 yılında Amerikalı sanatçı ve insan hakları aktivisti Gilbert Baker tarafından tasarlanmış. Baker’a göre bayrağın her bir rengi LGBTİ+ hareketinin başka bir özelliğini temsil ediyor: Kırmızı hayatı, turuncu şifayı, sarı güneşi, yeşil doğayı, mavi huzuru ve mor ruhu. Bu genç adam işte bu bayrağı taşıyan tişörtü giydiği için maalesef çokça hırpalandı. Öyle ya eğer farklı düşünüyorsanız; sadece sokakta değil sosyal medyada da her an başınıza bir sürü şey gelebilir. Malum youtube videolarından hayatlarımızın pamuk ipliğine bağlı olduğunu öğrendik ve öğrenmeye de devam ediyoruz. Niyetim ne katillerden ne hırsızlardan ne de TV’de ağza alınmayacak küfürler eden müsveddelerden bahsetmek değil. Ben Taylan’dan bahsetmek istiyorum. Taylan’ın varlığından dolayısıyla umuttan.
Çünkü Taylan onca kokuşmuşluk içinde bunca zaman sonra ilk kez ‘insana dair’ bir meseleyi gündeme getirdi. Evet bu ülkede (ve dünyada) farklı cinsel yönelimi olan insanlar var. Ve bu insanlar hoşunuza gitse de gitmese de bir yaşam mücadelesi veriyor. Hem de öyle böyle bir mücadele değil. Eşcinsellik 1960’lı yıllarda ABD’de psikolojik bir hastalık olarak görülüyor ve bulaşıcı olduğu düşünülüyordu. Bu nedenle eşcinsel bireyler fişleniyor, eğitim gibi çeşitli alanlarda çalışmalarına izin verilmiyordu. Bir araya gelmeleri ve sosyalleşmeleri hoş karşılanmazken, kafeler ve barlar da onlara içecek servis etmiyordu. İşte ‘gücünü onurdan alan’ yürüyüşler de ABD’de korkunç bir polis şiddetinin ertesinde başladı. Türkiye’de de ilk yürüyüş zar zor 1993’de yapıldı. 2014 yılına kadar da İstiklal Caddesi’nde Onur Yürüyüşü yapılıyordu. Hiç öyle kıyamet falan da kopmadı. Her türlü cinsel yönelime sahip birey de katıldı. Peki ne oldu da yasaklandı? Bilmiyoruz. Ya da yasaklayınca neyi hallediyorlar; onu da bilmiyoruz? Bir şey biliyoruz ki, homofobi de politiktir.
Dolayısıyla toplum farklı cinsel yönelimi olan bireylerden koptukça ve egemenler nefret dili kullandıkça endişeler de artıyor. Mesela son birkaç yıldır ebeveynlerden sıkça gelen sorulardan birini paylaşayım. Özellikle Netflix dizilerinde bolca işlenen eşcinsel ilişki temaları, fenomen sosyal medya hesapları ya da çeşitli pop grupları tarafından yapıldığı öne sürülen ‘cinsiyetsizlik’ propagandası çocukları eşcinselliğe özendiriyor mu? Öncelikle gelişimsel olarak çocuğun kendi cinsiyetinin farkında olma yaşı 4-5 civarıdır. Aile içinde çocuğun aynı cinsiyette olduğu ebeveyniyle kurduğu özdeşim ilişkisi ve çevredeki cinsel rollerinin net olması önemlidir. Psikoseksüel ve psikososyal evrelerin bir bütün olarak gözlenmesi ve çocuğun ihtiyaçlarının anlaşılması gereklidir. Dolayısıyla bu anlamda ‘imrenme’den hareketle cinsel yönelim oluşmaz. Ergenlik dönemine gelecek olursak gencin bedeniyle en çok uğraştığı kritik evrelerden biri olan ergenlik aynı zamanda bir kimlik edinme mücadelesidir. Yetişkin bedenine sahip olup henüz ruhsal olarak içine doğduğu cinsiyet rolüne hazır olmayan ergenler bazen -cinsiyetleriyle- aralarına mesafe koymayı tercih ederler. Günümüzdeyse daha çok cinsiyetsiz görünmek seçiliyor. Ergenlik dönemindeki yakınlık kurma gereksinimi, bu dönemde şiddetlenen cinsel istek ve yönelimlerle karıştırılmakta ve bazen kaygıya neden olabilmektedir. Öte yandan her ergen çağın ruhundan etkilenir ve ikonlarını romantize eder. Yani ergenler böyle bir etkiye açık bile olsalar bu öykünmenin nedenleri çoğu zaman ebeveyn çocuk ilişkisinde gizlidir. Yani takma eşcinsellik olmaz.
Ancak bir cinsel yönelimi borazanlaştırmak adı ne olursa olsun itici. Hayat doğalında akmalı. Tıpkı gökkuşağının renkleri gibi. Onurlu ve eşit bir yaşam herkes için mümkün. İşte bunları bize hatırlatan ışıl ışıl genç adam Taylan ve diğerleri iyi ki varsınız…
Meraklısı için bir anektod:
1935 yılında endişeli bir Amerikalı anne, oğlunun eşcinsel olabileceği şüphesiyle Freud’a bir mektup yazar. Ve beklentisi oğlunu değiştirmesidir.
Sevgili Bayan [Silinmiş],
Mektubunuzdan anladığım kadarıyla oğlunuz bir eşcinsel. Ondan bahsederken bu terimi kullanmamanız dikkatimi çekti. Neden bundan kaçındığınızı sorabilir miyim? Eşcinselliğin bir avantaj olmadığı ortada ama utanılacak bir şey veya bir özür, aşağılık bi durum da değil; bunu bir hastalık olarak sınıflandıramayız; daha ziyade, bir tür cinsel işlev olduğunu ve cinsel gelişimin belli alanlarındaki ketlenmelerden kaynaklandığını düşünüyoruz. Gerek eski zamanlarda gerekse modern çağlarda eşcinsel olduğu bilinen pek çok saygıdeğer erkek yaşamıştır ki bunların bazıları çok büyük isimlerdir (örn. Plato, Michelangelo, Leonardo da Vinci vb.) Eşcinselliği bir suç olarak görmek büyük haksızlık – ve zalimlik – olacaktır. Bana inanmıyorsanız, Havelock Ellis’in kitaplarını okuyun.
Benden yardım istediğinize göre, anladığım kadarıyla eşcinselliği ortadan kaldırıp normal heteroseksüelliği temin edip edemeyeceğimi soruyorsunuz. Bunun yanıtı şu: Genel anlamda böyle bir şeyi başarmayı vaat edemem. Bazı sayılı vakalarda heteroseksüel eğilimlerin çürümeye yüz tutmuş köklerini yeniden geliştirmeyi başarıyoruz. Bu kökler her eşcinselde mevcut olmakla birlikte çoğunda artık gelişmesi imkansız hale gelmiş oluyor.
… bu daha çok, kişinin nitelikleri ve yaşıyla ilgili. Tedavinin sonuçlarını önceden kestiremiyoruz.
Analiz oğulunuza daha farklı bir açıdan yardımcı olabilir. Eğer ki kendisi mutsuzsa, nevrotikse, çatışmalardan muzdaripse, sosyal yaşamında çekingen davranıyorsa, eşcinsel kalıp kalmaması fark etmeksizin, analiz ona uyum, iç huzur ve tam bir yetkinlik sağlayabilir. Eğer benimle analize girmesi gerektiğine kanaat getirirseniz – ki böyle bir şeyin olmayacağını sanıyorum – Viyana’ya gelmesi gerekiyor. Buradan ayrılmaya hiç niyetim yok. Her koşulda lütfen bana bir yanıt vermeyi ihmal etmeyin.
En iyi dileklerimle,
Freud
Kaynak: 1951 - American Journal of Psychiatry