İslamcı hareket iktidarı “demokratik” yollardan, daha doğrusu sandık marifetiyle bırakmayacağının işaretini birçok kez vermiş bulunuyor. Eğer toplumun ilerici güçleri gereğini yapamazsa, ülke daha da uzun sürecek bir totaliter rejimin ardından felakete sürüklenecektir.
İnsanlar merak ediyor, Erdoğan-AKP iktidarının aldığı kararların arkasında bir mantık, rasyonel bir gerekçe ya da herhangi bir metot (yöntem) var mı? Bu soruya verilecek tek yanıt ‘hayır’ olacaktır. Çünkü ne ilk bakışta ne de son analizde bu kararların akılcı bir gerekçesi, altta yatan bir metodu yok. Bu nedenle Erdoğan’ın, Türk ekonomisinin yıkıcı bir yeni krize savrulmasını tetikleyen son faiz indirme kararıyla ilgili tartışmalarda bu olgu dikkate alınmalıdır.
Anımsayalım, Erdoğan, “Bu konuda Nass (Kuran’ın hükmü) ortada. Nass ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor. Olaya buradan bakacağız ve ona göre de adımımızı atacağız" dediğinde, olayın arkasında rasyonel bir gerekçe arayan kesimler, “ne diyor” diye şaşırmıştı. Oysa şaşıracak bir şey yoktu. İslamcı iktidar artık hazırlık dönemini geçtiğini ve bir inşa döneminde olduğuna inanıyordu. Yani, yeni bir devlet, şeriata göre yönetilecek bir ülke kurma aşamasına girildiğini düşünüyordu.
Özetle, faiz kararında gerekçe teolojiktir. Evet, çok şaşırtıcı ama böyle. Teolojik literatürü dikkate alan bir perspektiften bakılmadığı sürece, AKP iktidarını bazı kritik adımlarını anlamak mümkün değildir. İslamcı hareketin ülkeye el koyduğu unutulmamalıdır. Seküler dünya tarafından hep hafife alınan takiye –ki İslamcıların siyaset yapma tarzının eksenini oluşturur- gereği daha önce alınan bazı kararlar ve uygulamalar kimseyi yanıltmamalıdır.
İstim arkadan geliyor. Hep öyle oldu. Önce kararlar alınıyor, gerekçe sonradan geliyor. Arkadan gelen gerekçe ise, daha çok rasyonel düşünen seküler dünyayı, iktisadın ve toplumun işleyiş yasalarına şu ya da bu düzeyde aşina olan kesimleri ikna etmeye, onlardan gelecek tepkileri yumuşatmaya yönelik oluyor.
Oysa islamcı hareket akıl ve bilim merkezli bir bilgi anlayışını reddediyor, onun yerine inanç merkezli bir bilgi anlayışı koyuyor ve bunu esas alıyor. Olayın temelinde bu olgu yatıyor. Tıpkı Ortaçağ’da olduğu gibi, iktidar dogmatik değerler dünyasına yaslanıyor. İnanç merkezli bilgi ve bu bilgiden üretilen ilimle (bilim değil, ilim) devleti, toplumu, ekonomiyi, siyaseti, yargıyı, eğitimi, sağlık hizmetlerini, dış ilişkileri vb. yönetmeye çalışıyor. İnanç merkezli bilgi anlayışı bir Ortaçağ arızasıdır. Ortaçağı moderniteden ayıran yegâne olgu/durum budur.