Gülşen 25 Ağustos Perşembe günü gözaltına alındı; aynı gün tutuklandı. Sebep aylar aylar önce bir iş arkadaşına yaptığı İmam Hatiplilerle ilgili şakada kullandığı “sapık” sözcüğünün ve o ifadenin kasıtlı olarak sızdırılması. Gülşen o sızdırma öncesinde zaten epeydir güya sahnedeki dekolte kıyafetleri nedeniyle dinci basın tarafından hedef tahtasına konulmuştu.
“Açık saçık” buldukları sahne kıyafetlerine bozuluyordu Türkiye’deki şeriatçı kesim, fakat Gülşen’de asıl bozuldukları, fütursuz, korkusuz, özgür kadın tiplemesiydi.
Sanatçı kadınları, gazeteci kadınları, ama bilhassa hareketlerini kısıtlamayan, sözünü sakınmayan kadınları özel olarak hedef alıyorlardı. Kimi siniyor, kimi başını dik tutuyordu. Ne kadar sindirseler kârdı.
Asıl amaç kendi çocukları arasında bile hayranlık uyandıran bu cesur kadınların taklit edilmesini önlemekti.
Ben bu tutuklama kararı üzerine şu tweeti attım:
Sayıları az da olsa kimi sosyal medya kullanıcısı aşağı yukarı şöyle cevap verdi:
“20 senedir böyle diyorsunuz; ne şeriat geldiği var ne bir şey…”
Meşhur yavaş yavaş ısınan suda kaynatılan ama öldürüldüğünün farkına varmayan kurbağa meseline de gerek yok; “ol mahîler ki derya içredürler de deryayı bilmezler” lafına da..
Şeriat her gün bir parça, bir parça daha eklenerek toplumun hayatına yükleniyor.
Tıpkı düşük internet hızında bir uygulamayı yüklerken “filan uygulama loading…” yazısını görür, bir türlü ilerlemediğini sanırken o uygulamanın yavaş da olsa bilgisayarınıza yükleniyor oluşu gibi…
İşte “şeriat uygulaması” da yıllardır toplum hayatımıza, devlet yapımıza, siyaset ve ahlak anlayışımıza işte böyle yavaş yavaş ama an be an yükleniyor.
Elbette işin AKP öncesi de var ama laikliğe karşı odak olmaktan mahkum olmuş bu parti, özellikle 2010 yılından sonra, aslında pek de gizli olmayan ajandasını giderek daha hızlı uygulamaya başladı. 2016 darbe girişimi sonrası OHAL yoluyla sivil ve yargı bürokrasisinden sonra ordu ve güvenlik güçlerini de tam anlamıyla ele geçirdiğini düşünmeye başlayınca daha cesur bir şekilde “şeriat” yolunda hamleler yapmakta…
Burada itirazlar gelecek; ilk bakışta haklı ama ikinci bakışta haksız itirazlar…
Mesela denecek ki “Şeriat gerçek İslam’ın ahkam ve hukukudur. Bunlar hırsız, yolsuz; bunların şeriatla ne ilgisi var?”
Tabi bu zihniyet, halkı iğfal etmek ve bugünün yolunu açmak için bir zamanlar
Mesut Yılmaz gibilerinin şeriatın ne demek olduğunu kasten tahrif edişinin düşünsel bir mirasıdır. 1997 yılında “Şeriata Karşı Kadın Yürüyüşü “yapıldığında ANAP yürüyüşe katılmamış, gerekçe olarak da Mesut Yılmaz “Şeriat halkın gözünde dinin bütünüdür, şeriata karşı yürünmez. Ancak saygı duyulur" demişti.
Bu tavır dinci gericilikten ödünç alınmış, ona teslim olmuş bir tavırdı ve aslında
AKP’nin “light İslamcı” bir öncülü olan ANAP’ın temel zihniyetiydi.
ANAP, yolsuzluklar, din sömürüsü, bir elde viski bardağıyla dindarlık taslama, hırsızlık ve alaturka liberallik diye kimi içeriği kolayca sayılabilecek kurtlu kokteylin prototipiydi. Daha gelişmiş örneğini AKP’de görecektik.
Ama zaten GÜNÜMÜZDE “şeriat”tan kast edilen, anayasa hukuku ve toplum hayatı açısından tam da budur.
Sanıldığının tersine günümüzde İslam’a da ait bir şey değildir. Ya da şöyle söyleyelim: Hiç ilgisi yok demesek de pek ilgisi yoktur. Daha net olursak zahirde benzer, özünde zıddıdır.
Şeriatçıların düşünce ve duygu ortaklarını İslam içinde bulmaktan çok ABD’de ve Kıta Avrupası’nda bulursunuz. İmam Hatiplerin örneği, zannedildiğinin aksine eskinin medreseleri değildir; 1905’te Fransa’da laik eğitim yürürlüğe konmadan önce ülkenin her bir hücresine nüfuz etmiş Cizvit okullarıdır. Şeriatçının bitmez tükenmez evrim teorisi karşıtlığının örneğini İslam’da bulmak zordur. Bütün kitapları ABD’deki Evanjelist protestanların evrim karşıtı kitaplarından çalıntıdır. Böyle örnekleri daha epeyce verebiliriz.
EMPERYALİST İSLAMİZMİN NİHAİ HEDEFİ
AKP’nin pek sevdiği İhvan’ı Müslimin, ve ikinci savaş sonrasının “modern” İslamcıları her yerde Batı kampının, sosyalizm veya İslam sosyalizmi örneklerine karşı özel olarak yetiştirilmiş öncü kuvvetleriydi. Bizzat AKP ve Fethullaçılar NAZİ askeri istihbaratçılarının CIA’e iltica ederek Türkiye ve Doğu Avrupa’da örgütlediği “Yeşil Kontrgerilla”nın unsurlarıydılar.
O dönem emperyalizm bu yapıları iki kanattan örgütledi: Birincisi Türkçü-Turancı, diğeri İslamcı-şeriatçı. Her ikisi de bu ideolojilerin önceki hallerinin faşizm ve emperyalizme uyarlanarak tahrif edilmesini gerektirdi.
20. yy’ın başında ilerici, hatta sol özellikler de taşıyan Türkçülük, sonradan ülkedeki ilericilere ve Sovyetler’e karşı bir silahlı güç olarak yeniden dizayn edildi.
Yüzyılın başında ahlakın, emperyal kapitalist sisteme itirazın bir yolu olarak da örnekleri görünen
İslamî canlanma da yeni şeriatçılık olarak
yeniden formatlandı.
Bu yeni tasarımın maliyeti
ARAMCO paralarından,
RABITA örgütlerinden, Suudi dolarlarından karşılandı. Milis silahlı güçleri ABD dizaynı
“komando” kamplarında örgütlendi. Hepsinin içine uyuşturucu örgütleri ve mafyalar da dahil edildi. Bu tür bir soğuk savaş organizasyonun ne Türklük ne de İslamla alakasının olmadığını görmek için tüm bu özel operasyonların, çok sayıda benzer yapının,
hem Latin Amerika’da hem Doğu Avrupa’da aynı dönemlerde Amerikan patentli olarak örgütlendiğini bilmek yeterlidir.
Hem Latin Amerika’da hem de İslam ülkelerinde, bu tür yapılara, ordu içindeki cuntaların ve Pentagon patentli darbelerin de dahil olduğunu görürüz. Bizdeki Türk-İslam sentezi ideolojisinin (ki ne Türklükle ne İslamla alakası vardır ve her ikisine de düşmandır; buna inanmayanlar şimdilerde bu ideolojinin gerçek sahibi AKP-MHP’nin mülteci politikası ile neler yaptıklarına baksın) yolunun 12 Eylül darbesinin apoletli “our boys” ile açıldığını hatırlasın. Ya da ilk popüler ortaya çıkışını sağlayan Necip Fazıl etkisindeki mitinglerde 6. Filo’ya nasıl secde edildiğini…
Özetle “şeriat” bugün için din temelli anayasa anlamında bir Dinci Faşizm”dir, “Yeşil Faşizm”dir.
O aslında toplumun her bir hücresini organize etmeye yönelik totaliter bir modern ideolojidir.
1500 veya 3 bin yıl önceki düzene göre bir toplum örgütleme iddiasını öne sürenler bunun imkansız olduğunu bilmez değiller.
3 bin yıl önceki Yahudi şeriatını isteyen siyasetçiler siyonizmi istediklerini bal gibi biliyor idiyse…
1500 yıl önceki Hıristiyan Roma’yı yeniden kuracağız diyen
Mussolini ve Hitler gerçekte nasıl sıradan bir faşizm peşinde idiyseler…
ABD’deki Beyaz Üstünlükçü, Güneyli dinci ırkçı örgütler nasıl modern köleci bir düzenin peşinde ise…
Şimdiki “şeriatçılar da bazısı bilmeyerek ama birçok lideri gayet bilerek böyle bir yapının peşindedir.
Bu yapının nihai hedefi tıpkı
Endonezya’da 1965-66’da komünist ve laik kesime karşı girişilen ve yarım milyon ilerici insanın öldürüldüğü cinsten bir tasfiyedir.
Bugüne kadar Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da bunun provası defalarca denendi.
Solun ve ilerici kesimin direnişi, her seferinde o tasarıları akim bıraktı. Ne var ki son yıllarda bu ve benzeri tasarılar o kesimin en radikal, en tedbirsiz unsurları tarafından giderek daha sık “ağızdan kaçırılıyor.”
Son zamanlarda Diyanet imamlarının veya bazı İslamcı kanaat önderlerinin “Ateistler, deistler sapıktır”, “falancayı, filancayı camilere almayın”, “Namaz kılmayan öldürülebilir” demeçleri tesadüf değildir. Bütün bunlar Endonezya cinsi büyük bir kitlesel katliamın ön hazırlığıdır.
Öyle olmayıp da mesele gerçekten ciddiye alınır bir İslami hassasiyet olsa
Bakara suresi ile “Bakara makara” diye alay eden kovuşturulur, bir de üstelik büyükelçi yapılmazdı. Daha çok da örnek veririz benzer cinsten de, yazı ansiklopedi hacmine ulaşır.
Gülşen’e yapılan, daha önce Sezen Aksu’ya, Sedef Kabaş’a ve daha başkalarına yapılanlar da maksatlıdır. Bütün bunlar, o meş’um “Nihai hesaplaşma” komplosu öncesinde halkın ilerici kesimlerinin sindirilmesi, direnenlerin yalnızlaştırılması amaçlıdır. Öyle olmasa hem Sedef Kabaş, hem Gülşen konusunda hukukun en temel ilkeleri bile bu kadar fütursuz çiğnenmezdi.
Genellikle atlanılan bir konu da şu: O komplocu sırtlanlar hem hedefleri seçerken hem de saldırıların boyutunu ayarlarken tıpkı gerçek sırtlanlar gibi en savunmasız gördükleri kadınları hedef alıyorlar. Özel olarak belli bir topluluğa, gruba ait olmayan tek başına kadınları…
Ne var ki sırtlanlar bir zamandır kendini aslan zannetmeye başladı ve şimdilerde insanları değil Boğaziçi gibi köklü ve dişli kurumları da yutmaya karar verdiler.
Madem öyle o zaman hadi baştaki konumuza dönelim.
"HANİ ŞERİAT GELECEKTİ, N’OLDU" MİYOPLUĞU
“Yirmi senedir şeriat geliyor diyorsunuz bir şey geldiği yok” diyenler, yaşları eriyorsa mesela 12 Eylül’den ve bilhassa son yirmi yıldan beri yaşananlara baksın.
Artık insanlar çocuklarını laik bir okula vermek imkanına neredeyse sahip değil. İmam Hatipler şeriat düzeninin öncü karakolları olarak AKP düzeninde artık zorunlu eğitim haline getirildi. Normal okulla yerleştirilen AKP kadroları ile onlar da adı konmamış İmam Hatip haline getiriliyor.
Artık taşra il ve ilçelerinde neredeyse bir tek sinema, tiyatro ve hâttâ kitapçı bırakılmadı. Artık biraz içki de içilip, kadınlı erkekli sohbet edilebilen toplanılabilen şehir kulüpleri veya toplanıp sanat yapılabilen halkevleri neredeyse yok. Onun yerine mevcut ikiyüzlü İslamcılığa uygun dağ başı pavyonları ve fuhuş turları mevcut. AKP İslamcılığının her tarafından genç erkek ve kız çocuklarına tasallut ve işe alırken bile taciz, tecavüz, uyuşturucu videoları patlaması da tesadüf değildir. Modern şeriat düzeni zaten budur. İnanmayanlar gitsin
İran’a, Suud zenginlerine baksın. Aynısını görecekler. “Parayı bulmuş” AKP burjuvazisi nereleri taklit ediyor sanıyorsunuz?
Ülkede tarihte görülmedik derecede yaygınlaşan uyuşturucu ticareti ve kullanımının bütün bu iki yüzlü “İslamcı kısıtlamalarla hiç ilgisinin olmadığını mı sanıyorsunuz ya da..
İçkili meyhanelerde tarikatçı “tebliğ”lerinin dolaylı şiddet içerdiğini göremeyenler, şortlu genç kadınlara yapılan taciz ve saldırıların da tesadüf olduğunu zannediyor olabilir. Umarız Lübnan’daki gibi bir sonraki aşama mini etekli kadınların bacaklarına İslamcı militanlar tarafından jilet atılması veya yüzü peçeli olmayanlara kezzap atılması başlamaz. Belki o zaman bunların örgütlü olduğuna inanırlar ama çok geç olur.
AKP KOMPLOSUNA DEMOKRASİ TAKOZU
İslamcı ya da sözde Türkçü örgütlenmelerde iyi bir gelişme her iki kesimde de bir “öze dönüş” eğiliminin başlamasıdır. Saadet Partisi içinde ve dışında emperyalizmden bağımsız bir Mehmet Akif İslam’ı yeniden doğuyor. İyi Parti içinde bir cins Gaspıralı Türkçülüğü doğuyor. Her ikisinde de demokrasinin önemini kavrayanlar çoğalıyor.
AKP-MHP’nin ikiyüzlü İslamcılığı ya da sözde milliyetçiliğinin tek faydası, kendini bu ideolojilerin esas sahibi sayan bazı partilerde hem bir öze dönüş hem de bir demokrasiye yöneliş eğilimini yeşertmesi… Zaten Altılı Masa içinde olmalarının sebebi de bu.
AKP’nin İstanbul Sözleşmesi aksiyonu, Gülşen komplosu ve benzerleri deminden beri anlattığım uzun erimli bir “Yeşil Faşizm” hedefinden başka kısa ve orta vadede o masa içine ideolojik çelişki sokmak amaçlı. Saadet Partisi o tuzağa en kolay düşenlerden… İstanbul Sözleşmesi’ndeki tutumu ve
Milli Gazete’nin Gülşen’in tutuklanması sonrasında attığı manşet bunun işareti: Sapkın sanatçı bozuntusu Gülşen tutuklandı!
Dört ay önce çekilmiş bir videonun servis edilmek için tam bu anı beklemesi, elbette bir AKP istihbaratı komplosu olarak mesela Sedat Peker’in ifşaları veya ekonomik sıkıntılar gibi kimi meselelerde gündem değiştirmek amacı da taşıyor olabilir. AKP komploculuğu, böylesi çok amaçlı operasyonlarda artık gerçekten “ustalık dönemi”nde.
Gelgelelim bu demek değildir ki, her meselede “Yaw bunlar bunu gündem değiştirmek için yapıyorlar; aman tuzağa düşmeyin!” demek zekice bir siyasettir. Tam tersine öyle bir tutum tuzağın tam da ortasına düşmek olur; çünkü uzun vadeli hedeflerine işte ancak bu tür bir tepkisizlik sayesinde adım adım yaklaşıyorlar.
Muhalefetin Altılı Masa’yı dağıtma operasyonlarına karşı temkinli bir dil kullanması elbette doğrudur ama tepkisiz ve daha kötüsü, Gülşen gibi kurban seçilenleri neredeyse kusurlu gösterecek açıklamalarda bulunması, yanlışın en büyüğüdür. Siyaset denilen şeydeki marifet ise bu iki yanlışa da düşmeyecek bir dil ve politika geliştirebilmekte yatar.
MERAKLISINA BAZI KAYNAKLAR:
Son olarak bu yazıdaki tezlerin delilleri ve daha geniş analizleri için ikisi benim üç kitap önereceğim: İlki Merdan Yanardağ’ın İçtihad Kapısı- İslam Dünyasının Süren Ortaçağı.
Diğer ikisi ise benim kitaplarım: Bu Karanlıktan Çıkış Var ve Kahrolsun İstibdat Yaşasın Hürriyet: Tek Adam Rejimi ve İslamofaşizmin Tarihsel, Ekonomik ve Siyasal Temelleri.
Konunun ekonomi ve ideoloji açısından daha genel ve erken bir incelemesi için ise Bkz. Cüneyt Akman Derin Darbe: Birikim, Ekim 2001.