Karagöz- Hacivat diyaloglarını bilirsiniz.
Şimdilerde orijinal metinlerini bulmak pek mümkün değil ya, aşağı yukarı şöyleydiler. Yarı okumuş yarı cahil ama okumuş gözükmeyi pek sever bir tip olan Hacivat, Karagöz’e üstünlük taslamak amacıyla kulaktan dolma duyduğu bazı Osmanlıca tumturaklı kelimeler kullanır. Halk adamı Karagöz ise hem anlamadığı için hem de Hacivat’ın niyetini sezdiğinden kızıp kafiyeli ve öz Türkçe bir cevap verir, genellikle enseye sıkı bir şaplak eşliğinde: Hay senin kafanda paralansın! Al bakalım: Şaak!
Nedense Bakan Nebati’nin bol epistemolojili, heterodokslu iktisadi lügat paralamasını işitince aklıma ister istemez Hacivat’ın lügat paralamaları geldi. Ne var ki şimdilerde saçmalamalara kızıp, enseye tokatı patlatacak bir halk henüz ortada yok.
Türkiye’de ikinci sınıf ekonomi meddahları icrayı zenaat eylerken gelin biz dünyada ve Türkiye’de küçük bir ufuk turu yapalım.
Bakın geçen hafta neler oldu dünyada: İtalya’da Mussolini sever bir kadın göçmen karşıtı söylemler sonucu seçimi kaptı. İşin vahimi Giorgia Meloni’nin birkaç yıl önce küresel elitler, neoliberal politikalar, mali spekülatörler hakkında ettiği kimi sözlere bakıp bunu sola örnek olarak gösterecek kadar kafaların karıştığı bir ülke olduğumuzu sosyal medyadaki Meloni alkışlamalarına şahit olunca bir kez daha anladık.
Mesele tek taraflı da değil, bir grup “solcu” da sadece İtalya’da değil tüm Avrupa’da neofaşist ya da otoriter popülizm dalgalarının yükselmesinde, solun tek meselesini azınlık kimliklerin “mikro” sorunlarına indirip, -o da kısmen- çevre sorunu hariç hiçbir makro sorunla ilgilenmeyişinin suçu olmadığını ispatlamakla meşgul.
Öte yandan gerçek küresel elitler bile küreselleşmeden git gide soğuma belirtileri gösteriyor ve piyasa yerine devletin daha fazla devreye girmesini savunuyor. Yeni neofaşist duyarlılıklar işte biraz da bu yeni yönelime hitap ediyor; tıpkı liberal politikaların artık elitlerin ihtiyacını karşılayamadığı 1920’lerdeki gibi…
Geçtiğimiz günlerde Birleşik Krallık’ın yeni başbakanı Liz Truss’un piyasadan vazgeçmeden giriştiği “light” popülizm manevrası poundun düşüşüyle gözlemlenen sıkı bir şamar yedi piyasadan. Ne de olsa İngiltere gelirlerinin çoğunu uluslararası finans piyasalarının en önemli merkezlerinden biri olmasına borçlu. O popülist hamleler en azından orada daha bir süre hoş karşılanmayacak.
Meloni’nin de bazı devletçi hamlelerinin AB içinde sorun yaratacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Almanya hele de kendisi bir resesyona doğru giderken AB’nin Güney kanadının taleplerine 2012’den daha da tahammülsüz davranabilir.
Unutmadan Truss’un vergi indirimi eşliğinde devlet harcamalarını da arttıran “mini bütçe” düzenlemelerinin yarattığı piyasa tepkisinin aslında bir öncü deprem olabileceğini vurgulayalım.
Benzer bir şey çok kolay ABD hatta dünya çapında yaşanabilir.
Truss’un tasarısı emeklilik fonlarının iflası ihtimalini doğurunca hükümet ve Bank of England hemen geri adım attı.
Sorun şu: Dünyada da benzer bir sorun var.
2008’den beri yıllardır merkez bankaları krizi depresyona dönüşmeden bir ılımlı resesyon şeklinde kontrol altında tutma amacıyla çılgın gibi likidite yarattılar. Bu likidite, faizleri düşürerek uzun vadeli tahvilleri öylesine kârlı kıldı ki, özellikle emeklilik fonları gırtlaklarına kadar bunlarla dolu. Şimdi ise yükselen enflasyonla birlikte uzun vadeli faizler artıyor ve basit bir menkul değer matematiği gereğince, bundan en fazla uzun vadeli tahvil fiyatları olumsuz etkileniyor. Yani en ufak bir yanlış adımda Biden’ınki dâhil bütün iktidarları çöp sepetine sürükleyecek bir emeklilik fonları iflas ihtimali gündeme gelir.
Yarı okumuş İslamcı enteller, epistemolojiyi değil ama yaradılış ve metafizikle ilişkilendirdiklerinden midir ne, ontoloji kavramını pek sever, “ontolojik” sıfatını olur olmaz kullanmaktan kendilerini alamazlar.
İşte onlar için ontolojik bir konu: Kapitalizmin krizleri mali pansumanlarla niçin iyileştirilemiyor?
Tam burada durup, Nebati’nin şimdilerde eline verilen konuşma metinlerindeki pek sevdiği bir diğer konu olan “heterodoks iktisat politikaları” meselesine bir değinelim.
Kapitalizmi ikinci büyük savaş sonrasında kurtaran Keynesçiliğin yeni versiyonları bir zamandır yeniden popüler kılındı ve bunların bazısı “heterodoks” kılığında podyumda. İşte bir tanesi şu malum Modern Para Teorisi. (MMT)
Baş savunucusu Stephanie Kelton, “Prezıdınt” Biden ile pek sıkı fıkı. Özetle devlet istediği kadar borçlansın, isterse para bassın “Nema Problema! diyor.
İçindeki farklı da olsa kıyafet 1950’ler Keynesçiliğinin 2000’lere uyarlanmış yeni kıyafeti...
Yani kapitalizme iki tane devletçi pansumanın biri neofaşizm kılığında diğer sol kılığında geliyor.
Türkiye’deki yeni nesil bazı “heterodoks” iktisatçılar da “anaakımcı”larla cihatlarında, teoride farklarını söyleseler de pratikte mevcut otoriter rejimin ekonomi politikalarına payanda olma tehlikesine dikkat etseler iyi olur. Baksanıza Nebati aguşunu açmış bekliyor.
İçeride iktidar iktisadi olarak akıldışı ama seçim mantığı olarak belli bir akla hizmet eden düşük faiz politikasını sürdürüyor.
Kasten enflasyon yaratılıyor ve böylece bankaları ve zengin sınıfı besliyor; sabit gelirli halkı ise soyuyor. Güvendiği şey böylece karşılıksız “iç” kaynaklarla dopingli bir büyümeyi sürdürebilme ihtimali. Seçime kadar devasa boyutlu bir seçim ekonomisi popülizmi ile enflasyonun yarattığı oy erimesini minimumda tutmak.
En son dış ticaret dengesi rakamlarının gösterdiği rekor açık (Ağustos 11,2 milyar dolar) iktidarın sözüm ona Yeni Ekonomi Modeli’nin sürdürülemez olduğunun en net işareti. Zaten bunu kendileri de biliyor. Tek dertleri ekonomi gemisini yürüyor hatta büyüyor göstermek; hiç değilse seçime kadar…
Seçim sonrasındaki olası her durumda bu politika değişecek. Ama muhtemelen önce yeni bir büyük krize uğrayarak…
Ekonomide enflasyonun altında faizle kredi dağıtmak kredi talebini sonsuza vurduracağı için şimdilerde uygulanan ve “iş dünyasını” da kaygılandıran kredi yayınlaması ve selektif kredi uygulamaları bir mecburiyetti. Ancak genel bir planlamanın olmadığı bir ekonomide bunu ikide bir birbiriyle çelişen yarım yamalak hükümet müdahaleleri ile başarmaya çalışıyorlar. Olan yine küçük işletmelere oluyor. Krediye ya hükümetin kolladıkları ya da büyük işletmeler erişebiliyor.
İşler böyle gidince hükümetin seçimde tek ümidi, getirdikleri sabotaj maksatlı seçim kanunu değişikliklerinin işlevini görüp “Altılı Masa”yı dağıtabilmesi.
Bir de PKK’nın tıpkı 2015’teki gibi iktidarın işine yarayacak terör eylemlerine birden bire başlaması... Her iki operasyon için çok da beklemek gerekmedi.
Tutacak mı; şüpheliyim.
Bütün bunlar olurken hemen kuzeyimizde savaş kronik bir hal aldı. Rusya çabuk bir zafer ümidini kesiyor. Ukrayna’nın da zafer kazanma imkânı en azından yakın zamanda yok. Putin önce gaz kıtlığı tehdidini öne sürmüştü. Amaç ABD ile AB’nin arasını açmaktı. ABD anlaşılan eli gördü, potu daha da arttırdı. Ne tesadüf o sırada Kuzey akım borularında iki patlama oldu. Olağan şüpheli ortalık yerde duruyor.
Putin artık “taktik nükleer saldırı” tehdidini daha yüksek sesle dillendiriyor ama bu tehdidin AB’yi Amerika’ya daha da yaklaştırması daha olası.
Biden şimdilik kendini rahat hissediyor; ne de olsa kendi yükselttiği uluslararası gerilim yükselen ABD Doları ile yine kendisine yarıyor. Bu böyle devam eder mi? İşte ondan daha da şüpheliyim.
Öyle veya böyle eski “Ucuz Çin”in artık devrede olamayacağı bir dünyada işler ne ekonomik ne siyasi açıdan en azından gelişmiş ülkeler için 1990’ların “Büyük Ilımlı Dönem”i gibi olmayacağı aşikâr. Herkes Gelişen ekonomilerden kur krizi beklerken ilk ciddi kötü işaretin “gelişmiş İngiltere’den gelmesi tesadüf değil.
AKP iktidarının temeli olan ve 2000’li yılların ilk yarısında, sonra da 2010-2017 arasında, gelişen ülkelere yağan dolar yağmurunun artık bu kez bir kuraklık dönemiyle son bulduğu da açık.
Manzarayi Umumiye böyle sevgili okurlar.
Bu karışıklıkta bir tek şey belli: Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve çok fazla şey değişecek!