Dün Amerika Birleşik Devletleri merkez bankası, kısa adıyla Fed, 75 baz puan (%0.75) faiz attırdı. Halbuki en son toplantısında 50 baz puana işaret etmişti. Söylediğinden fazla arttırdı. Fed Başkanı Powell, ne yapalım son gelen enflasyon verisi böyle icap ettirdi mealinde konuştu. Gerçekten de o karardan 1 gün önce gelen mayıs ayı tüketici enflasyonu yıllık %8,6 ile 1981 Aralık ayından bu yana yaşanan en yüksek 12 aylık enflasyon oranı.
Fed, sadece beklenenden de hızlı faiz arttırmakla kalmıyor, bir önceki 4 Mayıs toplantısında 1 Temmuz itibarı ile bilançosunu miktarsal olarak da küçülteceğini duyurmuştu. O kararda, üstelik 3 ay sonra her ay Fed bilançosunun yaklaşık 100 milyar dolar küçültülmeye başlanacağı da yazıyor. (Yani küçültme ilk 2 ay düşük hızla başlayacak sonra hızlanacak.)
Bu iki kararın hemen öncesinde epeydir faiz yükseltmekte ayak sürüyen ve en nihayet, lütfen o da 1 Temmuz’da 25 baz puan (%0,25) faiz arttıracağını açıklayan Avrupa Merkez Bankası (ECB) acil bir kriz toplantısı düzenledi. Şurası muhakkak ki Ukrayna-Rusya savaşının orta yerinde ECB’yi 11 yıldan sonra ilk defa faiz yükseltmeye zorlayan sadece Fed’in aldığı kararlar değil.
Avro Bölgesindeki %8,1 ile ABD’deki %8,6 enflasyon oranları -ki bizim gerçek enflasyon oranlarına bakacak olsak belki de bir aylık enflasyonumuza denk geliyor- oralarda “en büyük tehdit” olarak görülüyor; durdurmak için ekonomide küçülme riski (resesyon) bile göze alınıyor. Avrupa için ayrıca bir de Güney Avrupa bankalarında 2012 benzeri bir kriz tehlikesi mevcut.
ABD’de reseyon tehlikesi atlatılsa bile, hem enflasyon hem durgunluğun bir arada olması demek olan “stagflasyon” ihtimalinin çok yükseldiği konusunda neredeyse bütün önemli iktisatçılar hemfikir.
ABD 2 yıllık devlet tahvil faizleri 10 yıllıkları geçti ki buna
“ters getiri eğrisi” deniyor ve ABD için ekonomik küçülme (resesyon) sinyali olduğu konusunda da geniş bir oydaşma mevcut.
Faiz arttırma/bilanço küçültme gibi tedbirlerin bir amacı ekonomik küçülmeyi ve işsizliği arttırmayı göze alarak ve aslında bizzat bu yolla emekçilerin saatlik ücretleri düşürmek; yani kârları rencide etmeden yükselen enflasyondaki maliyet etkisini kırmak…
Biden yönetimi bir süredir devam ettiği Çin’le olan gerginliği arttırma politikasına ters bir hamleye de mecbur kaldı. Aniden Trump‘ı suçlayarak, onun Çin’e açtığı ticaret savaşları ve gümrük yaptırımlarını durdurmayı ima etti. Sebep ilk bakışta Çin’i mümkün olduğu kadar Rusya’nın yanından uzaklaştırmak. Fakat belki de asıl sebep –zira hani ne derler: zamanlama manidar- bir zamanlar uluslararası ekonomi dergilerine artık enflasyon yeryüzünden silindi türü başlıklar attıran Büyük Ilımlı Dönem yıllarındaki mutluluğun gerçek sebebinin iddia ettikleri gibi merkez bankalarının “mucizevi ortodoks politikaları” değil ucuz Çin malları olduğunu gayet iyi bilmeleri. Şimdi enflasyonu frenlemek için ihtiyaç duydukları yine o ucuz Çin malları, o malları engelleyen ticaret savaşları hiç değil.
Son olarak ABD’deki, hani o resesyon sinyali denilen yüksek 2 yıllık devlet tahvili faizlerinin geçenlerde %3,20’yi gördüğünü söylemeden geçmeyelim. Bu oran daha geçen yılın ekiminde % 0,32’ydi.
Özetle 8 ayda tam 10 kat artan bir faiz oranından bahsediyoruz.
İmdi…
Gelişmiş ülkelerde artan faiz oranları ve rezerv para üretim fabrikaları olan Fed ve ECB’nin bilanço küçültmesi, bir de üstüne reseyon (ya da hadi iyimser olalım belki “sadece”stagflasyon) “gelişen piyasalar” denilen Türkiye gibi ülkelerin başına ne gelebileceği konusunda yeterince ipucu veriyor.
Zaten bu ipucunu halk arasında
ülke iflas riski oranı diye de bilinen CDS oranları yeterince anlatıyor. Türkiye’nin 5 yıllık CDS seviyeleri çok kısa sürede, çok uzun yıllardır görülmemiş (ve dünyada iflas durumundaki birkaç ülke dışında da görülmemiş) seviyelere fırladı. DEVA Partisi lideri Babacan bu duruma dikkat çekerek aşağıdaki videoyu ve tviti paylaştı. Videoda açıkça “bir gecede ülkenin iflas edebileceği”ni söyleyerek ekonomi yönetimini sorumluluğa davet etti.
Deminden beri anlattığım uluslararası gelişmeler bizim gibi ülkeler için neredeyse bir “mükemmel fırtına”yı hazırlarken ülke yönetimi buna karşı acaba ne tedbir alıyor?
Tedbirlerin biri şöyle: 128 milyar doları sattık döviz kurunu durdurmaya yetmedi şimdi “arka kapıdan” bir 30-40 milyar daha satalım da dolar 20 lira olmasın… İddialara göre bunun üstüne, daha geçen hafta 2 milyar dolar civarı daha döviz satılmış. Buna rağmen döviz durdurulamıyor ancak motor freni ile hızı kesilmeye çalışılıyor.
Sorun şu ki TCMB çoktandır kendi döviz rezervlerini bitirdi vatandaşların emanet dövizlerini satmakla meşgul. Ne var ki o bile suyunu çekmekte. Bkz:
Tedbirlerin diğerini biliyorsunuz: Faizler arttıralım ama buna faiz artışı demeyelim Kur Korumalı Mevduat diyelim. Ne demek istediğimi ekonomi yazarı Özcan Kadıoğlu’nun aşağıdaki tviti iyi anlatıyor:
Üçüncü bir tedbir ise meşhur şarkıdan ilhamla anlatılabilir: “Bas, bas paraları Leyla’ya; bi daha mı gelcez dünyaya!” Burayı “Bas bas paraları piyasaya, yoksa bi daha gelemeyiz iktidara” diye de okuyabilirsiniz. Hadi onu da bir tvitle anlatalım. Bildiğiniz gibi günümüz ekonomilerinde para basmak kredi verilmesini teşvikle olur. Buna ekonomiye doping ilacı kullanmak veya hormonlu büyüme diyenler de var. Aşağıdaki ticari kredi oranlarına dikkat!
Ellerindeki bir diğer tedbir ise makroihtiyati tedbir dedikleri, aslında ihtiyattan çok ihtiyatsızlığın nişanesi türden cezri ve cebri tedbirler, Türkçesi “ya seve seve…” tedbirleri.
Misal mi? Bankaların yabancı para pozisyonlarına karşı TL cinsi devlet tahvili tutma ve bunu da 5 yıldan uzun vadeli tutma mecburiyetinin getirilmesi. Böylece a)sözde faiz düşürme politikaları sonucu düşmek bir yana üstelik yükselen tahvil piyasası faiz oranlarını cebren düşürmek; b) bu tahviller sayesinde yeni para basmak, c) güya "faiz lobisinin ibiğini sürtçez" diye başladıkları yolla “faiz lobisi” bankaların kârları rekor seviyede artınca o kârların bir kısmına çökmek gibi birbirinden tatlı sonuçlar mümkün geliyor onlara
Ne var ki böyle aklı evvel zorlamaların ülkeyi 1994’te durduk yerde nasıl krize soktuğunu hatırlayanlar hâlâ hayatta…
Bir başka “tedbir”i de söyleyelim de eksik kalmasın… Geçici olarak da olsa bütçe fazlası vermek… Bu da ülkede iktidarın kasten neden enflasyon yarattığın en azından bir yönüyle açıklıyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’na göre 2022 yılı Ocak-Mayıs döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 959,8 milyar TL, bütçe gelirleri 1 trilyon 84,4 milyar TL ve bütçe fazlası 124,6 milyar TL olarak gerçekleşti. Peki bu nasıl oldu?
1. Enflasyon nedeniyle şişen kârlar –enflasyon muhasebesi kullanılamadığı için yüksek geçici kurumlar vergisi tahakkukuna neden oldu. Firmaların büyük kısmının enflasyon nedeniyle kârları şişti, ödemeleri gereken vergileri de… Kurumlar vergisi geçen seneye göre % 505 arttı. Ama birçok firmanın enflasyon nedeniyle işletme sermayesi buharlaştı. Ufukta demek ki bir taze kriz riski daha…
2. Enflasyon nedeniyle insanlar tüketimlerini öne çekti: “Aman alacağımızı fiyatı artmadan alalım.” Bu yolla devletin aldığı ÖTV tahakkuku arttı: %133. Aynı şekilde döviz kurunun artışı ithalat bedellerini arttırdı ve tabi ithalden alınan vergileri de… Özetle ülkenin ekonomik felaketi, o felaketi yaratan devlet ekonomi yönetiminin işine yarıyor. Tabi sadece şimdilik ve bedeli kısa zamanda misliyle ödenmesi gerekecek şekilde…
Peki aynı olumsuz etkilerin giderlere de yansıması gerekmez miydi?
İşte enflasyon denilen soygunun sırrı da burada…
Devletin mal ve hizmet alımı bedeli de %114 artmış. (Ey TÜİK hani enflasyon %73’tü!) Ama personel ücretlerine ancak %50,3 zam yapılmış. Savunma ve güvenlik harcamaları %93 artmış ama sağlık harcamaları sadece %42.
Alın size bütçe denilen karmaşık hesap cetvellerindeki çıplak gerçek: Çok vergi al; memura işçiye, emekliye az zam yap, yaptığın zammı da 2-3 ay içinde enflasyonla geri al.
Hepsi de “aile”ye yakın “savunma sanayi”ne para akıt, halk sağlığına gelince: “Ah, valla para yok, olsa dükkan senin!”
Değerli okuyucular bütün bu uzun ve sıkıcı yazının özeti şu: Dünyada büyük bir ekonomik fırtına başlıyor ve fırtınanın merkez üssü bizim gibi ülkelerin üzerine doğru geliyor. Bu sırada bizim ekonomi yönetimi ekonomi sandalını limana çekeceği yerde, seçim kazanma uğruna yırtık yelken ve tek kürekle sandalı açık denize sürmekle meşgul. Aldığı sözümona tedbirlerin hepsi yılın 2. Yarısında üstelik kendi yan etkilerini de gösterecek. İktidarın enflasyon yaratarak yapacağı birkaç ücret zammı, bir iki af dışında, elinde halka verecek hiçbir şey kalmadı. O nedenle iktidar vatandaşın sırtında sopayı ve ülke ufkunda savaş tamtamlarını daha çok kullanacak Yeni çıkan sosyal medya yasasını da bu cümleden okumak lâzım
İktidar şu ikilemi yaşıyor: Bir istibdat yönetimini sürdürmek için ya petrol gelirin olacak ya da uluslararası finans sistemi kendi işine gelecek projeler için sana borç verecek.
İlki yok. İkincisi çoktan kullanıldı yendi bitti gitti.
Elde satacak mal mülk de kalmadı, o kadar kalmadı ki son çare vatandaşlık satıyorlar.
Özetle parasız diktatörlük etmek çok zor be anam…
Çoktan motoru stop etmiş ekonomi arabasını uydurma tedbirlerle, seçime kadar sanki gidiyormuş gibi arkadan ittirmek de öyle…