Seçimden önceki son yazı. Uzatmadan birkaç noktayı vurgulayalım.
Bu seçim İstanbul belediye başkanlığı seçimi olmaktan çoktan çıktı. Yıldırım ile İmamoğlu arasındaki bir yarış olmaktan da çıktı. Bu seçim, AKP-Erdoğan iktidarının son bulması (veya en azından kulağının çekilmesi) yolunda bir adım atılmasını isteyenler ile bu iktidarın sürmesini tercih edenler arasındaki bir bilek güreşine dönüştü. Uzun süreceği ve sert olacağı belli olan bir hesaplaşma sürecinin bugünkü raunduna dönüştü.
Bu bir olgu. Raundun zemininden, biçiminden, ringe çıkan boksörlerin niteliklerinden, tarzlarından, davranışlarından, söylediklerinden bağımsız ve onların üzerinde nesnel bir durum.
Herkes şunu kendine soracak ve tutumunu belirleyecek: Kişisel yaşamım, ailemin geleceği, varsa politik örgütümün çıkarı, halkın ve ülkemin geleceği için iktidar bloğu adayının kazanması mı daha iyi olur muhalefetin adayının mı? Fark etmez diyenler de çıkabilir; ama toplumun en az yüzde 85’i için fark ettiği açıktır.
Dolayısıyla 23 Haziran’da sandığı gidecek olan herkes, belki Yıldırım veya İmamoğlu adlarından birine mührü basacak ama aslında AKP iktidarının sürüp sürmemesi konusundaki tercihini belirtecek. Sürsün diyenler Yıldırım’a, sürmesin (veya bu şekilde sürmesin) diyenler de İmamoğlu’na oy verecek. Bu rauntta başka bir seçenek ne yazık ki yok. Ama elbette sonraki rauntlarda da olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu süreç daha çok su kaldırır.
***
Bu olguyu kavrayamayanlar, başta Erdoğan olmak üzere iktidar bloğu sözcülerinin söylemine bakabilirler. Öne çıkan iki adayın arasında dikkate alınacak bir fark yoksa, ikisi de mollaysa, mollalar arasında tercih yapmak anlamsızsa, neden iktidar sözcüleri bu kadar çırpınıyorlar, neden her türlü yalanı, kumpası, komployu göze alıyorlar? Çünkü onlar olguyu çok iyi kavramışlardır. Bu seçimde alınacak bir yenilginin iktidarlarını tehlikeye sokacak bir zincirleme reaksiyon yaratma potansiyeli olduğunu görüyorlar ve var güçleriyle bunu engellemeye çalışıyorlar.
Aslında iktidara muhalif olan geniş halk kesimleri de bu olguyu kavrıyor. Kimse kör değil, aptal değil. Herkes, ringe çıkan boksörünün hatasını-sevabını, yanlışını-doğrusunu herkes kadar görüyor. Kimse, hiç kimsenin göremediği bir şeyi gördüğü kibrine kapılmasın. Kitleler, ana hedef doğrultusunda bugün için ne yapılabileceğini (koşulların henüz neyi elverdiğini) tespit ediyorlar ve ona göre tutum alıyorlar. Ana hedefe kilitlenilmişse eğer (ve politika yapılmak isteniyorsa) yapılması gereken de budur.
***
“Olgu, olgu” diye tekrar etmemin nedeni şu: Modern siyaset biliminin temel ilkesi, “olması gerekene” göre değil “olana/olguya” göre politika tespit etmektir. Bilimsel Devrimin siyaset bilimi alanındaki yansımasıdır bu. Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir ve “olması gereken” her sınıfa göre farklıdır. Dolayısıyla bize göre olması gerekeni, beklemek, söylemek, yorumlamak, savunmak yetmez; onu oldurmamız gerekir. Oldurmak ise, pratikle, olabileceklerin tespitiyle ilgili bir konudur.
Bırakın modern siyaset bilimini, modern matematikte dahi iki nokta arasındaki en yanlış yol, bir doğrudur; çünkü ortamın doğasına aykırıdır, olanaksızdır. Mükemmelin ve pür-i paklığın peşinde koşanlar, -hele hele siyasette- o kadar yanlış bir konuma düşerler ki yanlış bile yapamazlar.
Herkes (iktidar yanlısı da muhalif de) bu seçimde bir zincirleme reaksiyon yaratma potansiyelini görmüştür ve ona göre oy verecek. Bu potansiyeli değerlendirmeyen, gelecekteki olası daha radikal reaksiyonlarda kenarda kalacağını bilsin. 23 Haziran’da sandığa gitmeyen ve kenarda duran, 24 Haziran’da da -sonuç ne olursa olsun- kenarda kalacaktır; ne üzüntüyü paylaşabilecektir ne de sevinci.
***
Sadede gelelim. Bu ülkenin AKP-Erdoğan iktidarından kurtulması gibi bir hedefimiz varsa, 23 Haziran’da sandığa gidip İmamoğlu’na oyumuzu vereceğiz. İmamoğlu’nun kişiliğinden tamamen bağımsız bir olgunun gereğidir bu. Daha ileri hedeflerin olanağını artırmanın yolu da bu olguya göre hareket etmekten geçiyor.