Dünyanın en demode, en değişime dirençli kurumları sizce hangisi? Hastaneler, hapishaneler, devlet daireleri. Ya da hepsinin sentezi bir yapı düşünün. Niyetim bunca hır gür içinde size beyin fırtınası yaptırmak değil. Ahkam kesmek hiç değil. Zira hepimiz yorgunuz. Pandemi yorgunuyuz. Velev ki, kapitalizmin doğuşundan itibaren egemenler bizi kapatacak bir yer arıyorlardı artık buldular. Hem de en masrafsız tarafından gönül rahatlığıyla; evlere kapandık. Ancak insan canlısı durmuyor işte durduğu yerde. Bir de gözetlemek lazım. Ya da gözetim altında tutmak. Öyle ya mesela modern okulun doğuşuna bakalım. Asıl amaç eğitmek falan değil itaat etmeyi öğretmek. Sanayi Devrimi sonrası ortada bir sürü başı boş çocuk var. Bunların baş kaldırmadan tabiri caizse yola getirilmeleri gerek. Eğitim tarihçilerine göre okulların kuruluş amacı boyun eğen uslu fabrika iş gücü yaratmak. Günümüzdeyse Gatto gibi yazarlar tarafından yerden yere vurulan hatta kitle imha silahı olarak tanımlanan modern eğitim ve okullar hala alternatifsiz (-di ) diyelim. Zira pandemiyle beraber okullar kapandı ve eğitim dijital ekranlara taşındı. Yani okulun alternatifi okulsuzluk oldu. Dolayısıyla bana soracak olursanız bir fantezi de son bulmuş oldu. Zira okulların sadece bilgi aktarım merkezi olmadığı öğretmenlerin de birer taşıyıcı bellek olmadığı anlaşılmış oldu. Günümüzün Panoptikonlar’ına (yani bütünü gözetleyen hapishanelerine) gelirsek artık dört duvardan oluşmadığını biliyoruz. Hatta büyük bir zevkle kendimizi kendi hapishanemize kapatıyoruz. Bizi bol bol gözetlesinler diye de hücrelerimizin ışıkları da 24 saat açık. Uzağa gitmeyin az önce keyifle yüklediğiniz son gönderinize bakın, kullandığınız sosyal medya uygulamalarına… Okulların ya da kurumların doğuşu masum değildir, eyvallah. Ancak ya daha iyi bir fikrimiz yoksa… O zaman yaratıcılığı körelttiğini düşündüğümüz bu yapıların içini onarmak, yeşertmek ve canlandırmak için biraz daha katılımcı biraz daha sorumluluk sahibi olmak belki bir değişimi de ateşleyecektir. Hadi bir düşünelim bakalım, pek derin bir yara olan ‘kültürel iktidar’ meselesini. Sizce tüm televizyonlara radyolara iletişim araçlarına sahip olanda mıdır kültürel iktidar yoksa Orhan Veli’de Melih Cevdet’de Yaşar Kemal’de Sabahattin Ali’de Orhan Kemal’de ve daha nicelerinde midir? Hangisi bir kuşak yaratır? Televizyon radyo tapuları mı yoksa nesilden nesile okunan romanlar, şiirler, öyküler mi? Geçen hafta Türkiye Doğan Hoca’yı uğurladı. Binlerce yurttaş, bir psikoloğun ardından ağladı, veda etti. Doğan Hoca bir bilim insanıydı. Mersin’in Silifke ilçesinde doğmuş 11 kardeşin arasından çıkmış ve adını bile henüz pek kimsenin bilmediği Psikoloji bölümüne kaydını yaptırıp çetin mi çetin bir mücadeleye girişmiş bir savaşçıydı. 1938 doğumlu Doğan Hoca’yı psikolojiyle tanıştıransa lisedeki edebiyat öğretmeni Cahit Okurer. Doğan Hoca’nın kitaplarını okuyan her okuru bir öğretmeninin daha adını hatırlar, ilkokul öğretmeni Muazzez Öğretmen. Bizim için çok anlamlı olan ‘ilk anı’, işte Doğan Hoca’nın okul hayatında böyle yaşanmış. Yeni mezun Muazzez Öğretmen ‘Haydi çocuklar şarkı söyleyelim.’ demiş. O güne kadar okuldan korkan Doğan Hoca için bu gencecik öğretmen yepyeni bir sayfa açmış. Sonrası Amerika’ya kadar uzanan ender bir başarı öyküsü. Hasılı Doğan Hoca’yı bize kazandıranlar Cumhuriyet öğretmenleri. Babası, ağbisi kızacak bile olsa Cahit Hocası’nın ‘Ülkemizin bilim insanına ihtiyacı var. Sen psikoloji oku…’ sözünün üzerine Doğan Cüceloğlu mühendis olmaktan vazgeçiyor. Türkiye Doğa Hoca’yı sevdi. Çok daha önemlisi anladı. O damdan düştüğünü hiç saklamadı. İnsan ve Davranışı üzerine kafa yorarken asıl insanı aradı… Onlarca kitap, akademik unvan ve şöhretin ardından ‘Ben sadece bir canın yolculuğunu anlattım’ dedi. Can demek önemliydi Doğan Hoca için. Çocukluk anılarında sapanla serçe avlarken kendisini uyaran annesinin sözünü aktarır bir kitabında: “Canın büyüğü küçüğü olur mu?” Türkiye Doğan Hoca’yı sevdi. Doğan Hoca da canlarına sahip çıktı. Geleceğe seslendi. “Muhteşem çocuklarımız doğuyor, farkına varmadan onları robot haline getiriyoruz, hapishaneye koyuyoruz. Oradan çıkmaya çalıştıklarında da esaslı bir dayak atıyoruz ve duvarları bir kere daha örüyoruz. Bunu böyle gördüğüm zaman, benim bilinçli bir şekilde bir şeyler söylemem lazım, konuşmam lazım diye düşünüyorum…” Bizimle dertleşti. Yaralarını açtı. Evliliklerinden bahsetti. Hatalarından, hatalarımızdan bahsetti. Dost acı söylerdi, söyledi de… En çok anne babalara, öğretmenlere seslendi:” Çocuğu geliştirmeyin, çocuğa geliştirme tavrı içinde bakmayın, sadece gelişime olanak sağlayan ortam sağlayın. Çiftçi ağaç yetiştiremez, ağacın yetişmesi için ortam hazırlar. Yetişme işini ağaç yapar; zeytinse zeytin olur, bademse badem olur, fındıksa fındık olur. Yani "Sen fındık olacaksın " diyemez çiftçi. Öyle bir gücü yok. Biz ana-babalar bu hatayı yapıyoruz…” Doğan Hoca, vefat haberinin ardından ‘annen yoksa kimsen yok’ sözleriyle hatırlandı. 82 yaşındaki psikoloji profesörünün annesizliğin ne demek olduğunu anlattığı röportajında kendi çocukluğu için döktüğü gözyaşları Türkiye’nin içine işledi. Çünkü Doğan Hoca o kadar tanıdıktı ki, o kadar sahi ve o kadar duruydu ki, her birimiz onunla birlikte yitirdiğimiz bir ‘canı’ hatırladık, hüzünlendik. Doğan Hoca bize yas tutmamız için ağlamamız için cesaret verdi. Türkiye bir psikoloğun vedasıyla kendini hatırladı. Kayıplarını, umutlarını, sevinçlerini, çocukluğunu, anılarını hatırladı… Bir cumhuriyet öğretmeni gerçekten de ülkesine bir bilim insanı kazandırmıştı. Doğan Hoca öğretmenlerin o büyüleyici değişim gücüne hep inandı. Bu konuda kitaplar yazdı. Tek tek öğretmenlerin yıllarca mektuplarını cevapladı. Şimdi öğretmenlerin ondan öğrendiklerini tatbik etme zamanı… Dileyelim ki, sağlıkla okullara dönelim. Masadan, sıradan, tahtadan, bilgisayardan, tabletten, afili binalardan çok daha fazlası olan okullara dönerken Doğan Hoca’nın gözleriyle ve yüreğiyle okullarımızı yeniden keşfedelim… Önemli olan, öğrenmek diyor Doğan Hoca. “Önemli olan, nereye doğru gittiğin. Niyetinin saflığı. Çaban. O çaba çok önemli. İnsan olmak o çabanın saflığında yatıyor.” Nasıl canın büyüğü küçüğü olmazsa çabanın da büyüğü küçüğü olmaz. Tekrar sorayım hangi televizyon radyo gazete tapusu anlamlı Doğan Hoca’yı yetiştiren bir lise öğretmeninden?