* * *
Bilinir; ülkelerin kaderinin belirlendiği eşiklerde toplumsal saflaşma derinleşir. Söz konusu olan, varlık yokluk mücadelesidir. Dolayısıyla hiç beklemediğiniz kişiler, çevreler, kesimler siyasal mücadele içinde yer almaya başlar. Tarafların tehdit algısı güçlenir. Bu nedenle, ülkeyi felakete götürecek bir güç karşısında oluşan ittifakı bozacak her siyasal girişim tepkiye neden olacaktır. Böyle bir girişimin özneleri de toplumsal ve siyasal tecrite uğrayacaktır. Akşener bunu gördü. Beşli Çete diye bilinen ve AKP döneminde palazlanan yağmacı/ lümpen sermaye çevrelerinin de içinde olduğu operasyon yenilgiye uğradı. Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın adayı olarak belirlendi. Ülkede hava değişti. Bir iyimserlik rüzgarı esmeye başladı. Özellikle Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşeceğini açıklaması, daha önce sol partilerle bir araya gelmesi bu havayı daha da besleyen bir etki yarattı. İslamcı-faşizan iktidar blokunun yenilgiye uğratılacağına ilişkin inanç beklenmedik bir hızla yayılmaya başladı. Eğer, seçim güvenliği sağlanır, YSK tertipleri önlenir ve halkın iradesinin gasp edilmesi engellenebilirse, Erdoğan-AKP iktidarının ağır bir yenilgiye uğraması kaçınılmaz görünüyor. Muhalefetin oy oranının yüzde 65 seviyelerine gelmesi, hatta bu oranı aşmasının bile sürpriz olmayacağı anlaşılıyor. Tunus’ta yaşanan siyasal deprem Türkiye’de de tekrarlanabilir. Dünyada yüz kızartıcı bir iflas yaşayan Siyasal İslamcıların, Türkiye’de başarılı olması için hiçbir neden bulunmuyor. Diğer taraftan, dinci faşizan blok, ancak muhalefet güçlerinin büyük bir hata yapması halinde kazanabilir. Peki, böyle bir hata yapılabilir mi? Umarız olmaz, ama bu soruya hemen “hayır” yanıtı vermek zor. Seçimin yapılacağı tarihe daha iki ay var, bu gündelik yaşamda kısa, ama siyasette uzun bir süredir.* * *
Hiç kuşkusuz, Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP ile görüşmesi ve güç birliği için bir zemin hazırlaması büyük önem taşıyor. Şartlar bunun için olgunlaşmış durumda. Artık İyi Parti ve Meral Akşener’in böyle bir işbirliğine itiraz etme gücü bulunmuyor. Çünkü, kamuoyu baskısıyla masaya geri döndüğü andan itibaren bu gücünü yitirdi. Zaten kendisi de cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla Kılıçdaroğlu’nun görüşebileceğini, ancak HDP’nin Millet İttifakı’na katılmasını ve bu partiye bakanlık verilmesini kabul etmeyeceklerini söyledi. Her iki rezerv ya da itiraz, karşılığı bulunmayan ve durumu ya da görüntüyü kurtarmaya yöneliktir. Dolayısıyla anlayışla karşılanabilir. Biliyoruz ki, HDP ne Millet İttifakı’na katılmak ne de bakanlık istiyor. HDP’nin dahil olduğu bir ittifak var. Bu bağlamda, HDP’nin son derece gerçekçi, sorumlu ve yapıcı davrandığını söyleyebiliriz. Emek ve Özgürlük İttifakı ile işbirliği yapılması, seçimin 14 Mayıs tarihinden önce kazanılması anlamına gelecektir. Ancak, demokratik bir geleceği inşa etmek için sadece HDP’nin desteği ya da katılımı yetmez. Böyle bir ittifak belki seçimi kazandırır, ama cumhuriyeti kendi ilerici ve demokratik temelleri üzerinde yeniden üretecek bir iktidar için yeterli değildir. Bunun için İttifakı sola doğru açılmaya zorlamak gerekir. Çünkü, düşük yoğunluklu bir restorasyon programıyla kendisini sınırlayan Millet İttifakı, cumhuriyetin ve insanlığın ilerici birikimini yeniden inşaa perspektifinden uzaktır.* * *
Geçen hafta da ifade ettiğim gibi; muhalefet alanındaki iş ya da güç birliğini büyütmek için kimsenin Millet İttifakı’na katılması gerekmiyor. Millet İttifakı ile HDP’nin merkezinde olduğu Emek ve Özgürlük Bloku ve Sosyalist Güç Birliği (SGB) arasında kurulacak işlevsel bir eşgüdüm bu ihtiyacı karşılar. Ayrıca, bu seçimler her partiye, aynı zamanda kendisine oy verme olanağı da sağlıyor. Seçmenin bir oyunu cumhurbaşkanlığı için bir oyunu da desteklediği parti için kullanma olanağı bulunuyor. Dolayısıyla bağımsız sosyalist bir çizgi ya da sınıf siyaseti izlenmesinin önünde bir engel de yok. Bu eşikte niyetler önem kazanıyor. İdeolojik ön yargıları bir yana bırakan gerçekçi ve sorumlu bir yaklaşım, böyle geniş bir ittifak kurmak için yeterli görünüyor. Resmen ya da fiilen oluşacak demokratik ittifak, büyük bir çekim yaratacaktır. Dahası, yeni ve geniş bir toplumsal mutabakat zemini oluşturacaktır. Kesin bir öngörüde bulunmak zor olsa da, bu toplumsal dalga Kürt sorununun demokratik bir çözümü için de elverişli bir ortam yaratabilecektir.* * *
Unutulmamalı ki, AKP-MHP iktidarının yenilgiye uğratılması bütün kötülüklerin sonunu getirmeyecek. Hayat bayram olmayacak. Ülke hemen demokratik, adil ve laik bir nitelik kazanmayacak. Bunu biliyoruz. Solun önünde daha uzun ve zorlu bir mücadele sürecinin bulunduğu da tartışmasızdır. Dahası, içinden geçilen ekonomik krizin yakıcı bir boyut kazanma olasılığı da hayli yüksek. Bu nedenle, muhalefet güçleri, bütün riskleri ve olası sorunları seçimden önce açıklıkla topluma anlatmalıdır. Kazanmak için aslında her şey hazır. Erdoğan-AKP iktidarı hızla yalnızlaşıyor. Erdoğan-AKP iktidarının siyasal ve tarihsel ömrü tamamlamış bulunuyor. Ancak, tarihsel ömrünü uzatmaya çalışan İslamcı iktidar, bütün koşulları zorluyor. Çatışmayı göze alıyor. Bunu hiç unutmamak gerekiyor., Sonuç olarak; islamcı faşizan AKP-MHP-BBP blokunu daha ilk turda yenilgiye uğratmak gerekiyor. İkinci tura bırakmak büyük risk taşıyor. Yukarıda da belirtildiği gibi, vahim, yakın ve açık tehlikeyi yenilgiye uğratmak, en önemli tarihsel sorumluluk olarak öne çıkıyor. İkinci turda “mecburen” oy vereceğiniz ya da oy vermeyi planladığınız aday yerine, “solun namusunu kurtarmak” için ilk turda “naylon aday” çıkarmak, olabilecek en sekter ve sorumsuz tutum olacaktır. Çünkü, bugün solun değil, “memleketin namusunu kurtarma” günüdür.