Başka bir yolu olsaydı. ‘O’ günden bahsetmeden Behçet Aysan üzerine konuşabilmenin. Bambaşka bir yolu olsaydı, olabilseydi… Yine adını ansaydık, içimize işleyen şiirlerinden dizeler paylaşsaydık… Hatta yine kederden bahsetseydik bir aşkın kederinden:
“Kırgınım, saçılmış
bir nar gibiyim
sessiz akan bir ırmağım
geceden
git dersen giderim
kal dersen kalırım…”
Mesela “Ey ölgün yaz, kirli bir sabahla doğuyorsun yine üstümüze…” derken ‘O’ yazdan değil de Eylül’den girebilseydik söze. En sevdiğimiz Eylül’den.
“Güz yoldaşın olsun derdim
eylülse arkadaşın
yağmuru ve kitapları al yanına
bir de yüreğini sadece…”
“Bakın orda tozlu yapraklarında eski anıların,
bakın orda bir eylül vurunca hayatımızın bordasına
ne çıkar eylülse eylül, bakın orda bir adam saklanıyor bir otel odasında
esmer gözlüklü bir adam saklanıyor üç yıldır adı behçet aysan .”
Sonra seslenseydik ömrümüze “Kurşun gibi ağır, hafif tüy gibi geçip giden ey ömür... ey ömür, ay batınca kendine bir başka yer ara ey ömür .”
Sırı dökülmüş bir yalnız olarak aynada bakacağız kendimize. Ve şair seslenecek bize:
“Bir gün gelecek bugün de bir anı olacak nasılsa
oturduğumuz bu masa, bu kum saati, bu rüzgar, bu eski komodin
bu kırık sandalye bu kelepir yürek bu aşk
Hayat devam edecek nasılsa.
Bizli ya da bizsiz.”
Hayat devam edecek nasılsa… Büyük bir farkla. Hiçbir gün ‘O’ günün öncesi ve sonrası gibi olamayacak. Belki yağmur dinecek ama acısı asla dinmeyecek. Ve biz bu şiirleri okurken başka bir şehirde bir şair (şairler) ölecek… Hiçbir şey ‘O’ günden sonra aynı olmayacak olamayacak.
“Yağmur dindi sevgilim bak dinle, her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.”
“Konuşmalar yani ses titreşimleri, sözcükler ve harfler katliamın sorumlusu olarak ilan edildiler. Sesler ve harfler, sekiz saat süreyle otel kuşatmıştılar. Sesler ve harfler, otomobil depolarından hortumla benzin çekerek insanları yakmıştılar. Sesler ve harfler, otelde diri diri yakılan, dumanlar arasında boğulan insanların önünde sevinç çığlıkları ile ölüm dansları yapmıştılar.
Sesler ve harfler, savunmasız insanların yardım arayışlarına sessizlikle, umursamazlıkla yanıt vermiştiler. Devletlilerin açıklamalarını dinlerken, insanlık adına inandığımız bütün değerlerin ayaklar altına alındığını hissettik. Tahrik edildik.
Ancak hiçbir zaman katliamı yapanların, destekleyenlerin, sorumluların ortaya çıkarılmasını engelleyenlerin, 37 kişinin ölümüyle ilgili tek kelime etmeden “… ama tahrik var” cümlelerini kuranların yakılması, öldürülmesi gelmedi aklımıza. Gelmeyecek.
Durgun sularımıza düşen son damladır, Sivas.” Şizofrengi Sayı 9 / 1993
Sesler harfler şaire mahçup… Durgun sularımız baki…