Müzisyen Sezen Aksu’nun “günahlarını” biliyoruz. AKP iktidarına (ve cemaate) verdiği paha biçilmez desteği de hiç unutmayacağız. Siyasal İslamcı iktidara muhalefet eden, özgürlükleri, bağımsız yargıyı ve demokrasiyi savunan bizim gibi insanları sözüm ona “çözüm süreci” denilen dönemde ve 12 Eylül 2010 referandumunda “iki cihanda birden lekeli” ilan ettiğini de her zaman hatırlayacağız. Biz bunu tartışırız, eleştiririz, bu başka bir tutumdur. Ancak, şimdi durum çok farklı.

Türkiye’de bir sanatçıya –beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı bir bahistir- tam beş yıl önce yaptığı bir şarkının sözleri nedeniyle iktidar tarafından kıyıcı ve hoyrat bir saldırı yapılıyor. Sezen Aksu, kendisinin de yollarını döşediği ve katkıda bulunduğu cehennemin ateşine atılmak isteniyor. Öyle ki AKP Genel Başkanı Erdoğan, cuma namazından sonra Çamlıca Camii’nde yaptığı “hutbe nitelikli” konuşmada, -ki camide siyaset yapılması başlı başına bir sorundur- sanatçıya saldırıyor ve yeri geldiğinde “dilini koparmakla” tehdit ediyor. Dahası, cemaate “bunların karşısına siz dikileceksiniz” diye de hem Aksu’yu hem de geniş bir çevreyi hedef gösteriyor. Öncelikle belirtelim, herkese (bütün inananlara) ait olması gereken camiler, kimsenin dilinin koparılacağı yerler değildir. Söz konusu şarkının sözlerinde ise Âdem ve Havva hakkında bir hoşluk olarak niteleyebileceğimiz ifadeler bulunuyor. Kaldı ki, Hz. Âdem ve Havva hakkında Müslümanların kutsal kitabı Kuran’da daha ağır ifadeler kullanıldığı biliniyor. Kuran’da başka ifadeler olsa bil asıl olan şey laik bir ülkede, basit ve hakaret içermeyen bir hiciv yüzünden bir sanatçının, Cumhurbaşkanı tarafından tehdit edilmesidir. Burada laikliğe karşı ağır bir suç, çok kaba bir ihlal söz konusudur. Bu nedenle, Sezen Aksu’ya ilişkin rezervlerimiz ne olursa olsun, bu saldırı ve linç girişimine karşı sonuna kadar mücadele etmek bizim görevimizdir. Bu konuda hiçbir tereddüdümüz ve kuşkumuz yok. Ancak, bu olay bize laiklik konusunun önemini bir kez daha tartışmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Bu konuda solun, demokrasi güçlerinin, Kürt siyasal hareketinin ve daha da önemlisi ana muhalefet partisinin tutumunu yeniden masaya taşımamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, bütün olup bitenler, laiklik olmadan demokrasi olamayacağı denklemini bir kez raha ve ısrarla doğruluyor.

TARİHSEL YOL AYRIMI

Türkiye tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecek. Başka bir anlatımla, ya karşı devrim saldırısı yenilgiye uğratılacak ya da toplum İslam’ın uzayan Orta Çağ’ına teslim olarak sonu belirsiz karanlık bir yola girecek. Bu çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de gerçek anlamda siyaset yapmak ve ülkenin kaderinde rol oynamak mümkün değildir. Sol ve ilerici güçler bakımından geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın ve siyaset yapmanın yolu da bu gerçeği kavramaktan geçiyor. Değilse sınıf mücadelesi alanının ve siyasal kavganın yürüdüğü sahnenin bir aksesuarı olmanın ötesine geçilemeyecektir. Bu çatışma ekseninin belirleyici ve anahtar kavramı laikliktir. Yazının devamını okumak için tıklayın...