Evet, eski tarzları bırakmak ve kopmak gerek. Çünkü dünya son 30 yıldır çok değişti.

Ama aynı zamanda kopmamak, hatta ısrarla korumak gerek. Çünkü dünya son 150, hatta 500 yıldır pek fazla değişmedi.

Bu iki önermenin ikisi de doğrudur: 30 yıldır çok değiştiğimiz ve 500 yıldır pek değişmediğimiz. Öyle doğrudurlar ve doğrulukları öyle birbirlerine bağlıdır ki, ikisinden birini es geçmek diğerini de olanaksızlaştırır.

“Kopuş” ve “yeni” kavramları çok çekicidir, ama aynı zamanda tehlikeli ve tuzaklı. Bazı kopuşlar büyük ileri atılımların başlangıcı olabileceği gibi, bazıları da büyük geri düşüşlere neden olabilir. Sorun, içinde yaşadığımız küçük sürecin hangi büyük sürecin yeni aşaması olduğunu kavramakta. Böylece nelerden kopmak ve nelerden kopmamak gerektiği anlaşılabilir.

Son 30 yıldır en fazla duyduğumuz kavramlar “post” ile başlıyor: Post-Marksizm ve post-modernizm ile başladık ve post-truth’a (gerçek ötesi) kadar ulaştık. Artık Marksizm’in, modernizmin, hatta bilindik gerçek kavramının aşıldığı söylendi. Ne muazzam bir kopuş!

Oysa geldiğimiz noktada görüyoruz ki, batısı doğusu, kuzeyi güneyi ile tüm dünyada Marksizm öncesi (pre-Marksizm), Modernite öncesi (pre-modernizm) ve mistisizm (pre-materyalizm) fışkırıyor. Bize kopuş diye yutturdukları yeni bir ortaçağın dayatılması. Özellikle ülkemizde ve bölgemizde bunu, sadece zihnimizde (kuramda) değil, etimizde kemiğimizde (sıcak pratikte) hissediyoruz.

Öyleyse şu “kopuş”, “öte”, “aşma” kavramları üzerinde durmak, altını doldurmak gerek.

***

En geniş süreci “uygarlık tarihi” olarak alırsak, uygarlığın (sınıflılığın) başlangıcından günümüze dek iki büyük toplumsal dönüşüm yaşandığı görülür. Bunlardan ilki uygarlığa geçiş ve haraçlı toplumların oluşumu sürecidir ve birçok ara aşamayı içererek kabaca 5000 yıl sürmüştür. Bu süreçte iki yeni sınıf doğdu: Egemen, yönetici ve sömürücü sınıf olarak aristokrasi (soylular) ile ezilen, yönetilen ve sömürülen sınıf olarak emekçiler (köle, serf, köylüler). İkinci büyük toplumsal dönüşüm ise Modernite’dir; aristokrat sınıfların yıkılışı ve haraçlı sistemin tasfiyesi. Uygarlıktan (sınıflılıktan) kurtuluş sürecinin başlangıcı olarak niteleyebileceğimiz bu dönüşümün taş çatlasa 500 yıllık (ülkemizde ise ancak 150 yıllık) bir geçmişi vardır. Bu süreçte de iki yeni sınıf doğdu: Burjuvazi ve sonrasında proletarya. Kısacası, uygarlık tarihi açısından ilk büyük kopuşu uygarlığa geçiş olarak alırsak ikinci büyük kopuş da Modernite’dir.

Bu tarihsel dönüşümlerdeki iki temel mekanizmaya dikkat çekmek gerekir. Birincisi, tarihin motorunun her zaman emekçilerin, üreticilerin, sömürülenlerin egemenlere, sömürücülere karşı verdikleri mücadele olmasıdır. Tarihin dönüşüm dinamiği sınıf mücadelesidir. Bu, her iki dönem için de geçerlidir ve uygarlık sürecini belirler. İkincisi ise, tarihteki büyük dönüşümlerin ve kopuşların mutlaka ortaya çıkan yeni sınıfların öncülüğünde gerçekleştiğidir. Tarihin gördüğü devrimci sınıflar aristokrasi (5000 yıllık süreçte görülen oldukça farklı türlerini kabalaştırma pahasına tek bir kavramda -aristokrasi- birleştiriyorum), burjuvazi ve proletaryadır (proletarya henüz rüştünü tam olarak ispatlamamış olsa da). Elbette bu sınıflar da yüzlerce yıllık süreç içinde kendi iç gelişmelerini yaşamışlar ve farklı biçimlere dönüşmüşlerdir.

***

İnsanlık günümüzde hala, Modernite sürecini yaşıyor. Geniş anlamda uygarlıktan çıkış, sınıflılıktan kurtuluş dönemi olarak niteleyebileceğimiz bu sürecin henüz çok başlarında olduğumuz söylenebilir. Yazımızın başında 500 yıldır pek fazla şey değişmedi derken bu sürekliliği kastediyoruz. Modernite’nin ötesine geçildiğini savunan görüşler bu olguya ters oldukları için dönüp dolaşıp Modernite öncesine düşüyorlar. Bu geniş süreç göz önüne alındığında, bir kopuştan değil, tam tersine 500 yıllık kazanımlara ısrarla sahip çıkıp süreci daha da derinleştirerek sürdürmekten söz etmek ilerici tutum olacaktır. Sürecin yeni aşamalarını zorlayıp öncülük etmek ancak bu zeminde mümkün olabilir.

Elbette Modernite de çelişmesiz düz bir süreç değil. Ezen-ezilen, sömüren-sömürülen, daha modern kavramlarla burjuvazi ile proletarya ve diğer emekçi sınıflar arasındaki çatışmalar (yani sınıf mücadelesi) bu sürecin de temel dinamiği. Burjuvazi öncülüğünde gelişen Modernite atılımını (Burjuva Modernitesi) sürecin ilkel ve sınırlı başlangıç aşaması olarak niteleyebiliriz. Bilimsel Devrim, Aydınlanma, demokratik devrimler, endüstri devrimleri gibi büyük kazanımlarına karşın, burjuvazi öncülüğü, sürecin hem sınıfsızlık yönünde ilerlemesine hem de dünyalılaşmasına ket vurmuş, tıkanıklıklara yol açmıştır. İnsanlık bu tıkanıklığa, 19. yüzyılda Avrupa’da, 20. yüzyılda da dünya çapında gelişen sosyalizm ve anti-emperyalizm pratikleriyle yanıt vermiş ve Modernite’nin ikinci aşaması diyebileceğimiz “Sosyalist Modernite - Emekçi Modernitesi” uç vermiştir. Günümüzde hala geniş sürecin bu aşamasının yaşandığı söylenebilir.

***

Buraya kadar sürekliliğe, geniş sürecin dinamik bir parçası olma tutumuna vurgu yaptık. Peki, 30 yıldır yaşanan değişimlerden ve sol-sosyalist hareketler açısından bir kopuş ihtiyacından söz ederken ne kastediliyor? Yenilgi psikolojisinden mi kaynaklanıyor bu tespit, yoksa belli bir gerçekliğe mi dayanıyor?

Bence ciddi bir gerçekliğe dayanıyor. Hem de sadece sol hareketlere içkin olgulara değil, genel anlamda dünya sistemine ve toplumsal yapıya ilişkin gelişmelere de dayanıyor. Yani sadece emekçi hareketlerinin değil insanlığın da ihtiyacıdır yeni bir kopuş. Modernite’den ve sosyalizmden kopuş değil, ama bu süreçteki yeni bir atılım anlamında bir kopuş.

Bunun başlıca nedenleri sosyalist bloğun dağılması, iki kutuplu dünyanın sona ermesi ve tek bir kapitalist-emperyalist küresel sisteminin oluşması; özellikle bilişim alanındaki gelişmelerle dünyanın küçülmesi, bireylerin ve toplumların birbirine çok daha sıkı biçimde bağlanması.

Gerek ülkemizdeki gerekse dünyadaki sosyalist hareketler, kapitalist ve sosyalist blokların çatıştığı Soğuk Savaş koşullarının ürünüdürler. Önemli farklılıklar taşımalarına karşın genel anlamda stratejileri, temel politikaları, örgütlenme biçimleri, çalışma tarzları, eylem biçimleri bu koşullar altında şekillendi. Fakat artık böyle bir dünya yok.

Sosyalist hareketlerin bu dönüşüme hemen uyum gösterememeleri son derece doğal. Çünkü bu dönüşüm pratiği içinde sosyalist hareketler aktif değiller, bir özne durumunda değiller; pratik, kapitalistlerin inisiyatifinde bizzat sosyalizmi tasfiye ederek ve sosyalistlere karşı geliştirildi. 30 yıldır küresel kapitalizmin gemi azıya aldığı bir süreç yaşandı. Sosyalistler yapabildikleri ölçüde kendilerini savundular. Fakat sürekli savunma pozisyonu, bu hareketlerin sürecin kenarlarına sürülmesine, bir bölümünün dağılmasına ve sistem tarafından yutulmasına, bir bölümünün de savunma psikolojisi içinde toplumdan soyutlanmasına ve neredeyse tarikatlaşmasına yol açtı. Sonuç olarak, sosyalizmin 20. yüzyılın başlarında gelişen ikinci dalgası hataları ve sevaplarıyla sona erdi.

Elbette yeni bir sosyalizm dalgası gelecek. Bu bir niyet değil, kapitalist sistemin iç çelişkilerinin ister istemez yaratacağı bir sonuç. Yeni dalga öncekinden elbette esinlenecek, ama doğal olarak tekrar etmeyecek, yeni koşullara uygun strateji ve taktiklerini, örgütlenme ve eylem biçimlerini, çalışma tarzlarını, temel politikalarını, hatta kuramını geliştirecek. Devam eden geniş sürecin içindeki yeni aşama anlamında eskiden kopuş derken kastettiğimiz de bu. Bu kopuş da bir niyet değil, yaşanan toplumsal dönüşümün gereği.

Yeni kuramlar tartışarak, kafa yorarak ve kütüphanelere başvurarak oluşmazlar. Teorik atılımların kaynağı toplumsal pratiktir. Kopuş kuramı, kopuş pratiği içinde oluşur. Hem yavaş yavaş gelişmeye başlayan muhalefet ipuçlarının izini sürerek hem de karşı tarafın yarattığı toplumsal dönüşümleri sınıf mücadelesi perspektifiyle analiz etmeye çalışarak, biraz da kafa göz yararak ve musibetler yaşayarak şekillenecektir yeni kuram, yeni strateji ve yeni dalga.

İnsanlık Modernite’yi derinleştirme yönünde yeni bir atılımın eşiğindedir. Sosyalistlerin niyetlerinden dolayı değil, kapitalistlerin dayatmalarından dolayı…