AKP Genel Başkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatıyla ve tek başına yürütme gücünü de temsil ettiği için dünyada örneği görülmeyen bir rejimin simgesi haline geldi. Erdoğan rejimi, toplumun bütün birleştirici zeminlerini imha ediyor. Toplumu bir arada tutan ya da bütününü temsil eden neredeyse hiçbir kurum bulunmuyor.
Türkiye hiç olmadığı kadar dinsel, etnik, kültürel, siyasal, ideolojik, sınıfsal ve bölgesel bakımdan parçalanıyor. Öyle ki, kültürel parçalanma neredeyse sınıfsal farklılığın önüne geçiyor. Toplumsal kesimler birbirinden uzaklaşıyor. Ortak acılar ve sevinçlerin bile kalmadığı bir ortam oluşuyor. AKP iktidarı, sadece bu nedenle bile her geçen gün yönetme kapasitesini yitiriyor.
Erdoğan, geçen hafta muhalefet partilerini ve toplumun çok geniş bir kesimini devlet gücüne de dayanarak tehdit etti. Öyle ki, “Bu daha iyi günleriniz, daha neler olacak neler” diyecek kadar ileri gitti. Meral Akşener’e yapılan fiili bir saldırıyı sahiplendi, “suç olan fiili” açıkça övdü, dahası azmettirici bir tutum takınmaktan kaçınmadı. Gerilim ve çatışma siyaseti üzerinde kendi kitlesinde gözlenen dağılmayı durdurmak, yeniden ideolojik-kültürel belirlenimli bir saflaşma yaratmak istediği anlaşılıyor.
Türkiye böyle bir rejimi sürdüremez. Çünkü Türk devlet geleneğinde ve tarihinde hiçbir zaman böyle bir rejim olmadı. Gazneliler, Hazarlar, Karahanlılar ve Selçuklulardan gelip Osmanlı üzerinden Cumhuriyet’e ulaşan çizgiden bakılınca; yani yaklaşık 1200 yıllık dönemde, yürütmeyi her zaman başbakanların (Başvezirler/Sadrazamların) üstlendiği görülüyor. İlk kez bu dönemde başbakanın bulunmadığı bir rejim söz konusu oluyor. Böyle yönetimler ancak devlet öncesi aşiret / kabile beylikleri dönemine denk geliyor.
BÜTÜN ÜLKEYE DAYATILIYOR
Kuralsızlığı kural haline getiren, kurumlar arasındaki uyumu bozan, keyfi yönetimin önünü açan ve hukuk tekniği açısından sakat bir anayasayla büyük bir ülkeyi yönetmek imkansızdır. İnanmak zor ama 2017 rejimi; Necip Fazıl Kısakürek’in İslamcı-faşist ideolojik fantezilerine dayanıyor. Tarihsel ve siyasal bir deneyimin ürünü olmayan bu devlet yapılanması bütün ülkeye dayatılıyor.
Ancak, ortada yarım yamalak bir devlet yapılanması bulunuyor. Birçok kurumun hukuksal /anayasal dayanağı olmadığı gibi; ülke fiilen ve bir anayasasızlık içinde yönetilmeye çalışılıyor. Bakanlar kurulunun (kabinenin) bile anayasal dayanağı bulunmuyor. Anayasa, tek adamın ya da Necip Fazıl’ın deyimiyle “başyüce” nin rejim içindeki yerini ve yetkilerini tanımlamakla yetiniyor.
Siyasal İslamcı hareket, yüz yıllık rüyasını gerçekleştirerek modernleşme-aydınlanma çizgisinde sert bir kırılma yarattı. Cumhuriyeti yıktı yıkmasına ama yerine yeni bir rejim ya da sistem kuramadı. İslamcı hareketin görgüsü, bilgisi, birikimi, müktesabatı, deneyimi buna yetmedi. Çünkü Türkiye İslamcılığı Osmanlı aristokrasisi ve ruhban geleneğine dayalı bir İslamcılık olmaktan çok, kasaba yobazlığına ve kültürüne dayalı bir dokuya sahipti.
Dolayısıyla Erdoğan yönetimi, toplumsal desteğini ve meşruiyet zeminini kaybettikçe, dahası ekonomik kriz derinleştikçe ülkeyi yönetemez hale geliyor. Bir mafya liderinin ifşaatlarının bile iktidarı bu ölçüde sarsmasının nedenini burada aramak gerekiyor. Dolayısıyla, AKP iktidarı sertleşmek ve baskı rejimi kurmaktan başka bir yol bulamıyor.
Bu nedenle, seçim yoluyla geldiği dahası hile ve gayrı meşru yöntemlerle sürdürdüğü iktidarını yine sandık aracılığıyla terk etmemek için elinden geleni yapıyor. Çünkü düşük yoğunluklu da olsa İslamcı bir rejim, şeri bir düzen kurma amacı, her şeyin önüne geçiyor.
Yazının tamamını okumak için
tıklayın