Tarihi gençler yazar. Ben demiyorum dünya tarihi diyor. Bakın ülkelerin ve dünyanın kaderini değiştiren tarihsel olaylara… Kuruluşlar, kurtuluşlar, çöküşler, yeniden doğuşlar daima gençlik eliyle olmuştur. Mesela 18 Mart Çanakkale Zaferi’nde mezun ver-e-meyen liseleri hatırlayın henüz çocuk denen yaşta cepheye gidişlerini. Sadece bizim kurtuluş savaşımızda değil dünyadaki diğer ülkelerin tarihlerinde de hemen hemen benzer durumlar geçerlidir. Çünkü ergen öfkesi yaratıcıdır; yıkıcı olduğu kadar da kurucudur. Gençlik bir ülkenin şansıdır, can suyudur. İş ki; gürül gürül akan bu su, denizlere okyanuslara ulaşabilsin. Önüne set çekildiğinde ne olur peki, en basit haliyle yazık olur. Zira paha biçilemeyen bir enerji kaynağıdır gençlik.
Hayatının 22 yılını ergenlerle geçiren bir psikolojik danışman, onları anlamaya çalışan bir psikoterapist olarak size meşhur Z Kuşağı’nı anlatmaya çalışayım. Öyle sizin bildiğiniz ergenlerden değil onlar. Elbette dertleri var. Çünkü bir tuşla dünyada ne olup bittiğini öğrenebildikleri internet ortamının içine doğdular. Sahip olduklarının da olamadıklarının da çok farkındalar. Buzullar erirken dünya adım adım kıtlığa yürürken kısacası bastığımız toprak ayaklarımızın altından kayarken bu katliamın bir faili olduğunun farkındalar. Bu nedenle önceki kuşakların hepsinden çok daha çevreciler. Klasik bir kitap kurdu değiller belki ama dünyanın ne halde olduğunu gayet iyi biliyorlar. Evet politika sevmiyorlar. Ama daha çok politikacı sevmiyorlar. Zira onlar için siyaset kötü komedi filmleri gibi. Dilleri farklı, kullandıkları kavramlar farklı. Apolitikler çünkü kutuplaşmıyorlar. Aktif apolitikler çünkü köhnemiş ideolojilerin miladını doldurduğunu düşünüyorlar. Geleneksel siyaset ve kurumları Z kuşağı için kapüşonlarını indirip kulaklıklarını çıkartıp dinleme lütfunda bulunacakları meseleler hiç değil.
Peki neden durduk yere Z Kuşağı siyasetin diline dolandı? 1995-2015 doğumlu Z Kuşağı'nın yaklaşık 7 milyonluk mensubunun önemli bir kısmı Türkiye'nin 2023 seçimlerinde oy kullanacak. Elbette siyasi partiler kendi hesap kitaplarını bildikleri şekilde yapıyorlardır. Ancak öyle görünüyor ki, anne babalarına pek de benzemeyen bu gençler oldukça sürpriz severler. Zekâ onlar için saygın bir değer dolayısıyla mizah da… Karşılarına çıkmak da kolay değil, karşılarında durmak da. Bir kere çekingen değiller, şeffaflar, baskıya zorlamaya hiç gelemiyorlar, tüketiciler, tatminsizler, özel alanlarının ihlal edilmesine tahammül edemiyorlar. Aşina olduğumuz ‘yaşam tarzı’ ve yönelimler konusunda hassaslar… Ve daha birçok kelâm. Lakin gözden kaçırdığımız bir nokta var ki; aslında bütün ergenler böyledir. Yani siz de böyleydiniz. Bir fazla bir eksik hepimiz kendi koşulları içinde engellenmeye tahammülü olmayan ergenlerdik. Çoğumuz ergenliğimizi unuttuk ya da hatırlamak istemiyoruz. Zira kabuk değiştiren yengeçler gibi en savunmasız en yara almaya müsait olduğumuz dönemdir ergenlik.
Gelelim 2021 yılının ergenlerine. Elbette farklı olan çok şey var. Ama keramet alfabenin son harfinde değil; bu gençleri bekleyen belirsiz gelecekte. Zeitgeist yani zamanın ruhu onlardan yana değil. Bu gençlerin her üçünden biri ne çalışıyor ne eğitim alıyor. Üniversite bitirenler de az değil. Malum her köşe başı üniversite. Ama iş yok. Nitelikli işsizlik gençliğin kâbusu. Boşlukta salınan ergenler için vedalaştığı çocukluğunun (ve dolayısıyla varoluşsal konforunun) yasını tutarken bir de hayata ‘tutunabilme’ kaygısı fazlasıyla ağır bir yüktür. Üstelik korkunç bir adaletsizliğin hüküm sürdüğü dünya düzeninde aldığımız nefes bile artık maskelerin ardından mümkünken, bir şekilde ‘var olabilme’ mücadelesi veren ergen, hangi yetişkinin sözüne neden güvensin? Beylik laflardan biri mesela: “Z kuşağı ikna olmaz. ”Siz olsanız ikna olur muydunuz?
Uzağa gitmeyelim Türkiye günlerdir Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin protesto eylemlerini izliyor. Öğrenciler okullarının rektörünün ‘seçimle’ belirlenmesi gerektiği konusunda ısrarcı olduklarını paylaşıyor ve ‘atanmış’ bir rektörü kabul etmeyeceklerini anlatıyor. Keza üniversitenin protestolara destek veren akademisyenleri de aynı fikirde. Gelinen nokta; restleşmeler, polis müdahalesi, gözaltılar, tutuklanma talepleri … Çünkü bu coğrafyada gençliğin misyonu daima ‘siyasetle’ belirlendi. Makul bir soru sorup makul bir cevap almaları hiç mümkün olmadı. Çünkü biliyoruz ki, ortada öyle bir cevap yok. Gençlik hep bir proje adıydı. Pazar payı, tüketici niteliği, kazanılması gereken yeni müşteri kitlesi, siyasetçiler için oy potansiyeli. Makbul gençlik ve makbul olmayan gençlik. Hayırlı gençlik ve hayırsız gençlik. Yoldan çıkmış gençlik ve şuurlu gençlik. Sapkın olan ve sapkın olmayan gençlik. Kategorize etmek, yaftalamak, değersizleştirmek… Bir ergeni çileden çıkarmak için yetip de artacak tavır; ona saygı göstermemek.
Bu ülkenin ve bütün ülkelerin ergenleri saygıyı hak eder. Tıpkı bir insanın yaşam hakkı gibidir bir ergenin saygı görme hakkı. Tarih boyunca ergenlerine saygı göstermeyen bir ülke olmanın bedelini fazlasıyla ödedik ve ödemekteyiz. Çünkü gençlerimizi kaybediyoruz. Fiziksel olarak kaybediyoruz, duygusal olarak kaybediyoruz. Kuşak ayrımlarına inanıp inanmamak başka mesele ancak şu bir gerçek ki bizim ülkemizde elimizin parmakları gibi biri diğerinden farklı milyonlarca genç var. Çoğu siyasetten, sosyal çevreden, okuldan hatta ailesinden uzaklaşmış geleceğe yaşam sevinciyle değil kaygıyla bakan ergenlerdir. Bugün gündem Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri. Final döneminde ders çalışması gereken adı üstünde öğrencilerdir. Yetişkinlerin romantik övgülerine değil kararlı demokratik duruşlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Keza elinde cep telefonuyla ve seçim promosyonu bile olmuş internet paketleriyle kendini adeta uyuşturan milyonlarca ergen için bir gençlik politikası gerek bize. Gençlik kültürünü aşağılamayan, hor görmeyen, hakaret etmeden konuşan yetişkinler gerek bize.
Zira ergenin doğası meydan okumak üzerine kuruludur. Ergen ebeveynini dener tıpkı bir çocuk gibi. Bana ne kadar dayanıyor; benim sınırlarım ne, beni hala seviyor mu? O katıksız bir adalet savaşçısıdır. Ergen otoriteyle didişir. Çünkü dünyadaki haksızlığı anlamaz, anlayamaz. Yetişkin sevgiyle anlayışla ergeni kavrar; evet bu dünya zordur ama o yalnız değildir. Yani ergenle inatlaşmaz, onun kimlik edinme mücadelesine saygı duyar. Kol kanat gerer. Sabırla kendini bulmasını bekler. Ayrı dünyaların insanları olsalar da saygı duyar. Küçük düşürülmüş bir ergen yaralı aslan gibidir. Çünkü tüm canı onurundadır. Asla başını eğmez, aşağı bakmaz. Zaten mesele de aşağı ya da yukarı bakmak değil geleceğe bakmaktır.