İnsanın bazen aklı almıyor; bir devlet kendi çocuğundan, kendi öğrencisinden nasıl bu kadar nefret eder, onlara nasıl bu kadar düşman muamelesi yapar?
Dün yalnızca Boğaziçi’nde ya da Kadıköy’de değil, Ankara’da da resim aynıydı. Gözdağı, tehdit, abluka, biber gazı, plastik mermi, ters kelepçe ve gözaltı…
Hakaret ve hedef gösterme iç içe geçti, adalet ve vicdan ise her zamanki gibi lafta kaldı…
Siyasi raf ömrü dolan, kamuoyu desteği azalan ve yönetme yeteneği hızla tükenen iktidar kabak tadı veren ve aslında sağduyulu herkesi usandıran yöntemini ve söylemini Boğaziçi öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin haklı talebi için de bilerek ve isteyerek ısrarla sürdürüyor…
Erdoğan ve kendisinin atayarak yetkilendirdiği bazı isimler, örneğin İçişleri Bakanı Soylu, kendilerini ülkenin sahibi gibi gördükleri için kriz her gün biraz daha derinleşiyor. Farklı görüş, itiraz kültürü, empati hepsi boş laflara dönüşüyor…
“Sahip” belli olunca, dinin yorumu da, tarihin yorumu da kendilerine göre oluyor!
Durum böyle olunca, her konuda ve her alanda “kendi yorumlarına uygun koşulsuz ve mutlak itaat” istiyorlar. Bırakın başka bir alternatifi dile getirmeye kalkmayı, itiraz etmek bile düşman hukukuna tabi olmayı beraberinde getiriyor!
Bu nedenledir ki, ortada henüz iddianame ve yargı kararı yokken, “ben atama rektör istemiyorum, ben rektörümü demokratik şekilde öğretim üyelerimin ve öğrencilerimle seçmek istiyorum” demek “suç” olmakla kalmadı “terörist” ilan edilmeye yetti!
Hak talebinde bulunan öğrenciler “birden bire” ve hem de aynı anda hem LBGT’ci sapkın, hem vandal hem de terörist oluverdi!
İktidar öğrencileri böyle büyük büyük iddialarla hedefe oturtunca, polis de öğrencileri büyük bir kin ve nefretle dövüyor, yerlerde sürüklüyor, plastik mermi atıyor, ters kelepçe takıyor…
Bunca baskıya rağmen kontrolü sağlayamadıkları için, din üzerinden klasik yalan devreye soktular. Öğrencilerin din düşmanı olduğu, Kabe’ye hakaret etikleri yalanını “sapkınlık, marjinallik ve dinsizlikle” buluşturdular!
ŞİDDET VE LİNÇ KABUL EDİLEMEZ
Bu yüzden, “yaklaşık bir aydır kayyım atanmasına karşı barışçıl bir şekilde yürüttüğümüz protestolar kapsamında bir grup öğrenci arkadaşımız tarafından açılan sanat sergisinde yer alan bir eser tepkilere neden oldu. Eser, Müslümanlar açısından kırıcı ve incitici olsa da oluşan gerilim okulumuzda yıllardır korunan ve bizim de desteklediğimiz saygı, hoşgörü ve özgürlük ortamı çerçevesinde çözülmelidir. Dolayısıyla bu gibi uyuşmazlıkların çözümünde şiddet, tehdit, linç ve cezalandırma yollarına başvurmak asla kabul edilemez.
Hem İslam'ın bize öğrettiği hoşgörü hem de Boğaziçi'nin gelenekleri ışığında bu gibi sorunların iletişim yoluyla çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz” diye açıklama yapan “Boğaziçi Üniversitesi'nden Müslüman Öğrencilerin” mesajını da bilerek ve isteyerek görmemezlikten geliyorlar…
Çünkü çok iyi biliyorlar ki, bu tür mesajları görmek, tıpkı Gezi eylemleri sırasında yaydıkları “Dolmabahçe’de Cami’de içki içtiler, Kabataş’ta bacımızı taciz ettiler” gibi yalanları deşifre eder, etki alanını azaltır. Bu nedenle bıkmadan, usanmadan benzer yalanları her dönem tekrarlıyorlar. Değişen bir tek tarih ve yer isimleri oluyor…
Dün Dolmabahçe ve Kabataş’tı, bugün de Boğaziçi!
NEFRET SUÇU
Yalnızca bu mu?
Tabi ki hayır! Önemli olan kendi amaçları; Mevcut Anayasa ve yasalardan da muaf tutulmuş gibi davranıyorlar!
Anayasa’nın 10. Maddesinde yer alan “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” belirlemesi sanki onlar için geçerli değildir…
Bu yüzden “Müslüman Öğrencilerin” isteyen herkesin rahatça anlayacağı açıklamasına rağmen, bu açıklamayı görmezden gelip, LBGT’li bazı öğrencileri hedefe oturtarak, olmayan bir durumdan dolayı sosyal medyada linç ettiriyorlar.
Anayasa’ya ve yasalara rağmen nefret suçu işliyorlar…
Öğrencilere bunları reva görenler, hukuk reformu yapacakmış, yeni bir Anayasa yazacakmış, geçin bunları…
Bilinmesi gereken en önemli şey, demokrasi itaat bir yana, çoğunluk üzerinden de tarif edilemez, demokrasi aynı zamanda sayıca az olanın haklarının çoğunluğa karşı korunmasıdır. Kaldı ki, kamuoyu araştırmalarında görüyoruz ki, dün “çoğunluk” olan AKP-MHP Bloku bugün artık “çoğunluk” da değil!
İktidar öğrencileri döveceğine, öğretim üyelerine hakaret edeceğine, keşke Boğaziçi Üniversitesi’ndeki gibi farklılıkların zenginlik kabul edildiği, çoğulculuğun öne çıktığı modeli Türkiye’ye taşısa…