Sosyalist mücadeleye 1960’lı yıllarda atılan kuşak, bu ülkenin siyasal ve kültürel yaşamında büyük ve tarihsel bir rol oynadı. Önemlidir. Öncelikle belirtilmelidir ki, 1908-1923 devrimleri bu ülkenin, dahası Doğu-İslam dünyasının ilk büyük aydınlanma atılımı olarak nitelendirilebilirse eğer, -ki öyledir- ikinci ve son büyük aydınlanma atılımı ise 1960’lardaki (1968) büyük sol ve devrimci dalgadır. İkinci aydınlanma dalgası, Türkiye’yi sosyalizm ve sınıf mücadelelerinin yükseldiği, çağının ileri kapitalist ülkeleri ile aynı kültürel, entelektüel ve siyasal zemine taşımıştır. Onu önemli ve değerli kılan özelliklerinin başında bu olgu yatar. https://tele1.com.tr/sosyalist-teorisyen-metin-culhaoglu-dakikalarca-ayakta-alkislandi-682107/ Bu nedenle 1960’lar kuşağı (popüler ve sol kültürde buna 68’liler diyoruz) Türkiye sosyalist hareketinin ikinci kurucu kuşağıdır. Bir önceki (birinci) kurucu kuşak ile (Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Behice Boran gibi isimleri sayabiliriz) hem bir süreklilik içinde olan hem de bir kopuşu gerçekleştiren parlak bir kuşaktı. Bir fırtına gibi esen 1970 kuşağı onların devamıdır. İki kuşak iç içe geçmiştir, ama 70’lerin büyük devrimci ve sosyalist yükselişini gerçekleştiren hareketin öncü kadrolarını da ağırlıklı olarak 68’liler oluşturdu. Metin Çulhaoğlu da sosyalist hareketin ikinci kurucu kuşağının en seçkin temsilcilerinden biriydi. Sosyalist bir teorisyendi. Neredeyse bütün yaşamı devrim ve sosyalizm mücadelesi içinde geçmiş, dahası o mücadelenin ve tarihsel birikimin gelişmesine önemli katkıları olmuş bir devrimciydi. Hep örgütlü bir mücadele içinde oldu ya da hep örgütlü bir mücadelenin geliştirilmesi için çalıştı. Yakın bir arkadaşlığımızın olduğu, uzun yıllar yol arkadaşlığı yapmanın mutluluğunu duyduğum bir insandı. Evet, Metin Çulhaoğlu’nu geçen günlerde kaybettik. *** Bu ülkenin insanları çok şanslıdır. Onların en parlak evlatları, birden çok devrimci aydınlar kuşağı genel olarak halkın bütün vefasızlığına, vurdumduymazlığına, kadirbilmezliğine, hatta ihanetine karşın onları terk etmedi. Avrupa’da 68 dalgası geri çekildiğinde, sistem o asi gençleri düzenin içine çekmeyi başardı. Ancak bu başarıda, sistemin akılcı (burjuva sınıf bilinciyle yaptığı) müdahalesinin rolü büyük olmakla birlikte, daha başka etkenler de vardı. Avrupa 68’nin “devrimi yapamadık” diyen büyük kesimi, sosyalist mücadelenin dışına çıkıp, ağır bir yük gibi taşıdıkları yılların kendilerine kazandırdığı yeteneği, kapağı kapitalizme atmak, en fazla onu daha “vicdanlı” yapmak için kullanmaktan çekinmedi. Bu toprakların devrimcileri ise bu “vefasız” halkı, ülkeyi, emekçileri hiç terk etmedi. Vuruldu, kırıldı, işkence ve zindanlardan geçti, darağaçlarına çekildi ama onları ve davayı terk etmedi. Karşılıksız da olsa bu sevgiyi, adanmışlığı hep sürdürdü. Öyle ki, 12 Mart kırımına karşın 1970’lerdeki büyük devrimci dalgayı yaratan, deyim uygunsa, fırtına kuşağı, bu toprakların tarihinde Celali isyanlarından sonra müesses nizama (kurulu düzene) yönelik en görkemli başkaldırıyı gerçekleştirdi. Devrimci hareket, 1970’lerde Kontrgerilla destekli klasik faşist hareketi sokakta durdurdu. Bu nedenle 12 Eylül faşist askeri darbesi “tarafsız” gibi davranmak zorunda kaldı. Bütün büyük hareketlerin olduğu gibi 70’ler fırtına kuşağının yenilgisi de büyük oldu. İşte Metin Çulhaoğlu 68’in parlak temsilcilerinden biri olduğu gibi, 1970’lerde o fırtına kuşağının da (68’e özentiyle 78’liler de deniyor) etkin bir mensubuydu. Bu kuşağın belki de en büyük hatası, tarihin çağrısına uyup, iktidarı alabilecekken, bunu yapmamaktı. Kendi gününün ve tarihin işleyiş yasalarının tam olarak farkına varamamaktı. Oysa sadece bu ülkenin değil, dünyanın bile kaderini değiştirebilirlerdi. Benim de bir parçası olduğum o devrimciler kuşağı, bunun bedelini çok ağır şekilde ödeyecekti. Ancak, yenilgisi bile büyük bir miras bırakacaktı. *** Metin Çulhaoğlu, 12 Eylül’den çıkışta, o ağır yenilgi günlerinde yaşanan ideolojik savrulmaya, daha da önemlisi sosyalist hareketi etkisi altına almaya başlayan demokratizm ve liberalizme karşı ideolojik ve entelektüel direniş hattını çeken öncülerden biriydi. O dönemde sosyalist bir teorisyen olarak parladı. Sosyalist literatürün /edebiyatın yeniden kurulmasında, Marksist referans alanlarının korunmasında önemli bir rol oynadı. Özetle, sosyalist hareketin bütünüyle sağa savrulmasını engelleyen entelektüel bir setin çekilmesinde birinci dereceden rolü, emeği vardı. Öyle ki, 1987’de çıkarılmasına öncülük ettiği derginin adı bile ‘Gelenek’ olarak konulmuştu. Gerçekten de bir gelenek ve akım yarattı. Bugün TKP ve bu partinin ayrışmasıyla ortaya çıkan, TİP, TKH dahil bazı grup ve partiler o geleneğin parçasıdır. YAZININ TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ