Yaralı bir kuş gibi; Mehmet Çetin

Yayın tarihi: 15 Kasım 2020 Pazar 6:26 pm - Güncelleme: 15 Kasım 2020 Pazar 6:26 pm

Tuğrul Keskin

‘Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi

Sonsuz bir yangın gibi

Sevmesem öyle kolay çekip gitmek

Yaralı bir kuş gibi…’

Öylesine acılı bir haftanın içindeyim ki, bir yazıya nereden başlanacağını unuttum. En sondan başlamalı öyleyse dedim kendime; en sondan, kederin yaktığı, acının derinleştiği, toprağın kollarını açtığı kederden başlamalı söze…

Her kaya dibinde, her dağ oyuğunda, yanık meşe ağaçlarının kuytuluğunda bir mezar olur mu, gördünüz mü hiç? Dün gördüm. Feryadımız acıdan göklere ulaşacakken gördüm dün; ölülerini en kuytu yerlere, kaçırırcasına gömmek zorunda kalanların acısıyla birleşmişti kalplerimiz ve ortak bir şiire akıyorduk…

O ortak şiir Mehmet Çetin’di.

Altmış beş yıl süren acılarla kaplı ömrü, derin yaralar barındıran kalbi, 9 Kasım 2020’de durdu. Şimdi toprağına acıyla sarıldığımız bu ‘Kurderşi Mezrasında’, Munzur Dağları’nın eteklerinde bir baştan bir başa ateşe verilmiş meşe ormanlarına bakan gömütü başındayız, tarifsiz acılar içinde!

O’nun, kırmızı bir patiskanın üzerine yazılmış ‘yazdığım en güzel şiir hayatımdır’ dizesiyle sarılı ve meşe palamutları ve ömrü gibi sararmış meşe yapraklarıyla bezeli tabutunu indiriyoruz toprağın kalbine… Ah ne acı şey sevdiklerini, yoldaşını toprağa terk etmek! Hiç kimse kıyamıyor O’nu tabutundan çıkarmaya, öylece defnedelim diyoruz ve şair yoldaşlarının kitapları, meşe palamutları, dağ çiçekleri ve derin sevgimizle ekiyoruz Munzur’un suladığı toprağa O’nu… Kasım’ın serin kanatları bütün hüznüyle üstümüze gerilmekte!

İlginçtir, doğduğu günden başlayarak Kasım’lar Mehmet’in hayatında hep değerli, hep yaşananı belirleyen oldu. 1955 yılının Bir (1) Kasım günü, Munzur’un tepesi karla örtülmeye yüz tutmuşken, Ovacık’ta, bu büyülü topraklara doğdu. Doğduğu ev yok artık yıkılmış, tarumar edilmiş ama daha çocukken diktiği çınar ağacı göklere ulaşmakta… Şimdi 11 Kasım günü, o çınar ağacının altında, acıyı ve yarım kalmış bir büyük şiiri konuşmaktayız; yürekler yangın yeri, yürekler dinamit kuyusu!

Sekiz yaşında biraz da zoraki başladığı ilkokula kadar hiç Türkçe konuşmamış. Göçle geldikleri Mersin’de çocukların konuştuğu dili çata/pat konuşuyor; o dili Türkçe sanarak. Ama okula başlayınca o dilin Arapça olduğunu hayretle öğreniyor, çünkü bulundukları mahallede de Türkçe konuşulmuyormuş meğer. O da anadili Kırmançgi (Zazaki) dışında kendisini ifade edebilecek dil bilmiyor. Biraz baskıyla, biraz da çocuk aklının getirdiği öfkeyle öğreniyor Türkçeyi. Zorlandığında hafif kekemeleşmesi ve sonraki yılara uzayan ‘kekemeçelik’ biraz da bundandı. Bütün bu zorluklara ve reddedişe karşın hem Türkçe ve hem de anadili Kırmançgi ile çok özel şiirler yazdı Mehmet Çetin.

Çok genç yaşlarında daha, ters giden şeyler olduğuna inandı, tutup en dövüşken yanına sığındı hayatın; devrimci oldu. O tarihten sonraki hayatı halkına ve içine doğduğu dil ve kültüre armağandır! Yirmi yaşına varmadan daha 1970’lerin başında öyküler yazmaya başladı; acıyı anlatan, emeği ve insanı sahiplenen öykülerdi bunlar. Mehmet Çetin, yaşamının sonraki yıllarında rehberi olarak göğsünde taşıyacağı, hayatı bütün anlamlarıyla karşılayan ve kucaklayan vicdanı, tam da o yıllarda öğrenmeye, sahiplenmeye çabalıyordu; o vicdan, sonraki yıllardaki kolektif yaşamın da yapı taşıydı.

Özveriliydi, yürekliydi, çalışkandı; Bursa İşletmecilik Yüksekokulu’nu iyi bir dereceyle kazanmıştı. Fakat 1980 faşist cuntası da ülkeyi ele geçirmiş ve hayatın bütün filizlerini, iyi olan neyi varsa hayatın, yok ediyordu. Yüksekokul yıllarının daha başında, 1981’de tutuklandı. Öyle büyük işkencelerden, acılardan geçirildi ki Mehmet Çetin; bu acıya Konya’nın, Kayseri’nin, Malatya’nın Askeri Cezaevleri, Bursa’nın zindanları ve Munzur’da bir gece çırılçıplak ölüme terk edilişi tanıktı! Sekiz yılı aşkın kaldığı mahpus damının 2 yıla yakın süresini bilfiil işkencede geçirdi. Defalarca ölümden döndü ve defalarca vazgeçti bu alçaklar dünyasından ama direndi! İlk kitabı ‘Rüzgâr ve Gül İklimi’ o mahpustayken, bütün bu acılara tanıklığının belgesi olarak yayımlandı.

Mahpustan çıktığında tarih 1988’di ve bizim karşılaşmamız da sanırım 1989’da oldu. İzmir’de Namık Kuyumcu ve Ünal Ersözlü’nün olduğu bir akşam, sevgili Namık’la mahpushanede kurdukları bir düşü gerçekleştirme kararı alındı ve ‘Piya Şiir Kitaplığı’ kuruldu. Kuşkusuz ‘Kolektifin’ katılımcıları yalnızca andığım adlar değildi. Sözgelimi Ahmet Telli, Fadıl Öztürk, Önder Kızılkaya, Nesimi Aday, Kazım Koyuncu, Hüsam Küçük, Burhan Özkan ‘Piya Kolektifi’nin önemli katılımcı ve yaratıcılarıydı.

‘Piya Kolektifi’ 1990’dan başlayarak çok değerli çalışmalara imza attı ve bütün bu işler yapılırken kuşkusuz işlerin dinamosu Mehmet Çetin’di. ‘Kunduz Düşleri’ adlı düzenli bir ortak kitap ve ‘Ütopiya’ Mevsimlik Hayat Bilgisi Kitabı’ ve yüz elliyi aşkın şiir/yazı kitabı da yine bu kolektif tarafından yayınlandı.

Mehmet Çetin hep sürgün, hep kekeme, her zaman Kırmanç kardeşim, şimdi kurşunlarla parçalanmış, bombalarla oyulmuş dağlarına, yakılmış meşe ormanlarına bakarken bir kez daha anlıyorum sözlerini yazdığın, Hüsam’ın bestelediği ve genç yitiğimiz Kazım Koyuncu’nun seslendirdiği o şarkıda; neden ‘Ardında bırakıp gül çağrısını’ ve ‘Ayrılık anı bu sisli şarkıyı’ ‘Irmaklar gibi akıp uzun uzun’ neden ‘Terkettiğini bu kenti’ neden ve ‘Ah ölüler gibi…’ ‘Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi’ ‘Sonsuz bir yangın gibi’ ‘Sevmesem öyle kolay çekip gitmek’ ah ‘Yaralı bir kuş gibi…’ dediğini… Kuşlar gibi kanatlan kardeşim, yıldızlar yoldaşın olsun!