Dünyanın küçüldüğü, kültürlerin birbirini daha yakından tanımaya başladığı ve her türlü ayrımcılığa kitlesel tepkilerin verildiği çağımızda, cinsiyetçi tutumlar maalesef hala devam ediyor. Eşitlikçi söylemler, davranışlar, modeller her geçen gün artarken, öte yandan aksi durumlarda yaşanan can acıtıcı yıkımlar yıllarca kitle iletişim araçlarından aktarılırken; bir televizyon programcısının kadın ile erkek eşitliğinden bu kadar bir haber olması ise toplumsal bilinçaltımıza ilişkin bir duruma işaret ediyor. Mesele, insanın (daha ziyade erkeklerin) kendi kendini bir türlü geliştirememesi, zenginleştirememesi. Mevzu: “Ayrımcılık yapıyor gibi olmayalım” diyerek karşılıklı konuşmalarında cinsiyetçi ifadelerin üstünü örtmek isterken, aksine sağlamasını yapan Melih Şendil ve İlker Yağcıoğlu. Ve onlar gibi düşünenler… Spor endüstrisinin içinde olan, spor kültürünü özümsemiş ve olimpik ruha sahip olduğu düşünülen, bu okumuş, çağdaş görünümlü kişilerin yarattığı hayal kırıklıkları. Yıllardır sporun içerisinde görev verilen bu ikilinin, kadınların hangi spor dallarını yapmaları ya da yapmamaları gerektiğine ilişkin yorumları. Elbette tepkiler üzerine Melih Şendil, cinsiyetçi söylemleri nedeniyle kadınlardan ve izleyicilerden özür diledi. Ama arka planda, yani kendi açısından, konunun kapanmamış olma ihtimali yüksek. Muhtemelen; gelen tepkiler üzerine “Bir daha hiç o alana girmeyelim; insanı pişman ederler. Ne var ben görüşümü söyledim” diyordur. Tam da bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine konuşmaya, anlatmaya ve yazmaya, konuyu daha da açık ve anlaşılır kılmaya devam etmek gerekiyor. Çünkü yaşamın her alanında olduğu gibi, sporda da kadınların özgürce var olabilmeleri, cinsiyet eşitliğinin toplumun her kesimi tarafından içselleştirilmesiyle gerçekleşebilir. Kadınlar futbolda olmamalı, basketbolda da olmamalı o spor dalları erkeklerin. Voleybol ise kadınlara yakışıyor, pembe erkek rengi değil gibi ifadelerin, sadece bir beğenme ya da beğenmeme meselesinin ötesinde kadın/erkek eşitliğini ortadan kaldıran bir anlayışı ortaya koyduğunun anlaşılması gerekiyor. Çünkü bu ve benzeri ifadeler, spora katılımı ve sporun kapsamını yalnızca cinsiyetçi önyargılar temelinde sınıflandırıyor. Hala kadınların spor alanında nerede olması veya olmaması gerektiği, güçsüzlük (zayıflık) ve güzellik miti üzerinden belirlenmeye çalışılıyor. Böyle olunca, erkek sporları olarak futbol, basketbol gibi “yüksek temaslı” sporlar kadınlardan uzaklaştırılarak bir kenara ayrılıyor. Kadınlar yüksek temaslı sporları yaptıklarında, görsel olarak güzellik kavramını olumsuz etkilediği ve güçsüz oldukları için bu sporları yapamayacakları düşüncesi hakim kılınmaya çalışılıyor. O nedenle bu ayrımda, kadın sporları voleybol, jimnastik, tenis ve artistik patinaj gibi daha fazla ustalık gerektiren spor dalları kalıplaştırılmaya çalışılıyor. Sosyal olarak kabul edilebilir olmanın koşulu olarak sunulan bu spor branşlarında cinsiyetler üzerinden genellemeler yapılıyor. Örneğin, bir yorumcu karşılaşma sırasında bir basketbolcunun ribaund becerilerinin sporda en iyisi olduğunu vurgulayabilir.  Ama bu yorumu, erkek takımların karşılaşmasında yapar. Kadınların karşılaşmasında ise bir kadın oyuncunun performansına ilişkin yorumu, sıklıkla, diğer kadın sporcuların performanslarıyla karşılaştırma üzerinden yapılır. Kadın bir sporcu olağanüstü ribaund becerilerine sahip olabilir ancak bu becerisi nedeniyle oyundaki "en iyi" sporcu olmak yerine, yorumcular tarafından yalnızca kadın basketbolcular arasında "en iyisi" olarak değerlendirilir. Bu, kadın sporcuların beceri ve yeteneklerinin sporda öne çıkacak kadar önemli olmadığını, ancak kadın meslektaşları arasında öne çıkacak kadar iyi olduklarının ifadesidir. Toplumda yerleştirilmeye çalışılan bu ayrımcılığın aksine, kadınlar yüksek temaslı sporları yaptıklarında çok iyi görünürler. Profesyonel basketbolculuk yıllarımda, Lassa Kadın basketbol takımından transfer olup geldiğim TED Ankara Kolejliler’de oynarken, erkek takım oyuncularıyla yaptığımız maçlar dişe diş geçerdi. Kadın takımının oyunu kazanması ya da bir başka maçta erkek takımının başarılı olması, biz sporcular için kadının ya da erkeğin üstünlüğü anlamına gelmezdi. Çünkü orada yapılan cinsiyetlerin maçı değildi. İşaretlenme yoktu. Yaşanan becerinin, yeteneğin, zekanın iyi bir yaz antrenmanının basketbolcuya kazandırdığı güçle birleşerek performansın belli bir zaman ve mekanda ortaya konulmasıydı. Karşılaşma aynı zamanda, takım çalışmasının ve stratejik düşünmenin öneminin sergilenmesiydi. Kitle iletişim araçları, hemen her alanda olduğu gibi, sporda da inançlarımızı ve değerlerimizi şekillendirmeye devam ediyor ve buna bağlı olarak sporla ilgili kurumların ve izlerkitlenin spor algısını yönlendiriyor. Çağdaş kadınlar / erkekler biliyor ki, kadınlar her spor dalında fiziksel olarak güçlüdür ve güzeldir. Bu nedenle daha fazla kız çocuğunun futbol, basketbol oynaması, disk ya da gülle atma gibi sporları yapması, izlemesi ve taraftarı olması önem taşıyor. Nihayetinde kadınlar; çocuklara ve gençlere sporla ilham kaynağı olmaya ve bu yolla ayrımcı zihinleri iyileştirmeye devam edecektir. Kadın / erkek sporda, sporun her dalında eşittir. Bunun için kız çocuklarının sahalarda, santrada, hava atışında olmaları önemlidir. coskun@media.ankara.edu.tr |