O hafta geldi çattı. 6 Haziran Pazar günü sabah saat 9:30’da başlayacak iki oturumlu bu sınav pek çok öğrenci için nerdeyse tüm akademik hayatına yayılan bir iz bırakacak. Büyük bir heyecanla adeta kendileri sınava girecekmiş gibi kalbi pır pır olan ebeveynler için LGS daha da büyük anlam taşıyor.
Öyle ya meşhur kuşaklar teorisine göre sınav odaklı X kuşağı ebeveynlerine göre lise ve üniversite giriş sınavları olmak ya da olmamaktır. İyi bir lise kazanamazsan iyi bir üniversite de kazanamazsın (bakar mısınız felaket tellallığına); İyi bir liseden mezun olamazsan iyi bir çevreye ait olamazsın (Oysa bu çocukların çevresi çevrim içi)… Biraz daha erken çocuk sahibi olan anne babalar yani rekabetin ve bireysel girişimciliğin geçer akçe olduğu Y Kuşağı içinse yenilikçi, vizyoner, kreatif, inovatif, kaç tanesini gerçekten kullanacağı belli olmayan sayıda dil öğrenmek önemli… Bu liste uzar gider. Talepler talepler talepler…
Ve pazar sabahı midelerine taş oturmuş gibi sınav salonuna girecek olan bu çocuklar sadece 14 yaşındalar. Yazıyla on dört, rakamla 14. Sınav stresi yetmezmiş gibi bir de pandeminin sık boğaz ettiği LGS adaylarının pek çoğunun kafası karışık. Neredeyse ilkokulu yeni bitirmişken sözde tüm geleceklerini etkileyecek olan bu sınava neden ‘hemen şimdi’ girmek zorundalar? Eğer bu sınav kötü geçerse başlarına ne gelecek?
Öyle ya gücü yeten aileler özel okullar, özel dersler, grup dersleri artık adını siz koyun ne var ne yok serdiler çocukların önüne… "İnanın evde sınav kelimesi bile geçmiyor." desek de… “Sınav sonucu hiç önemli değil; yeter ki elinden geleni yapsın…” desek de…
Henüz 14 yaşında olan bu küçük ‘insanlar’ kendilerinden beklenenin fazlasıyla farkındadırlar. “Hiç umrunda bile değil” diye yakınan ebeveynler merak etmesinler çocuklar duyar, çocuklar görür, çocuklar hisseder ve çocuklar umursar. Sadece bazen görünmez duyulmaz bilinmez olmak isterler. Ondandır bu suskunlukları.
Henüz 14 yaşındayken biri sizin karşınıza geçse ve dese ki ‘bak nitelikli bir okul kazanırsan iyi bir üniversite kazanırsın; mesleğin olur rahat yaşarsın ama tam tersi ‘bak niteliksiz bir okula gidersen (yani kaybedersen) kötü puan alırsan; işte onlardan yani kaybedenlerden olursun. İyi bir üniversite kazanamazsın; rahat yaşamazsın.” Nitelikli olmak ya da niteliksiz olmak. Kazanan olmak ya da kaybeden olmak.
İşte henüz 14 yaşında olan çocuklarımıza sunduğumuz ya da sunulan referanslar bunlar. Ergenliğe yeni adım atmışken içine doğdukları gerçekliğin koordinatlarını henüz anlamaya çalışırken çocukları adeta bir hisse senedi gibi insan borsasına yatırmanın kime ne faydası vardır acaba? Öte taraftan bizzat dönemin devletin bakanı yapmıştı bu ayrımı nitelikli lise, niteliksiz lise… Kim ister ki evladı niteliksiz okula gitsin; bu da bir LGS velisinin büyük çaresizliğidir.
Gelelim bir LGS adayının duygularına. Bu çocukların kaygıları yaşlarından sebep aslında çok daha derinden başlar. Utanç, suçluluk, kaybetme korkusu…En zoru da ‘Eğer yapamazsam; ailem beni hala sevecek mi?’ sorusu. LGS’ye giren bir 8. Sınıf öğrencisi henüz kendi gelecek algısına tam olarak sahip olamayabilir. Yani o henüz ‘kariyer’ çizilecek bu dünyanın öncelikle kendisine karşı neden bu kadar zalim olduğunu sorgulamakla meşguldür.
O bu dünyaya ne yapmıştı ki, başına bu sınav laneti gelmişti? Ya olmazsa, hayatı gerçekten de LGS’den önce LGS’den sonra diye ikiye mi ayrılacaktı? Beyninin içindeki tahta kurdu buydu. Ya olmazsa ya olmazsa… Ailesinin emekleri boşuna mı gidecekti; onların yüzüne nasıl bakacaktı… Hem bir liseye puanı yetse bile asıl istediğine (ya da istenilene) yetecek miydi? Sahi bu sınavın bir kazananın var mıydı?
Oysa sınav sadece sınavdır. LGS’yi ya da YKS’yi (yani üniversite sınavına) sınavlıktan çıkaran şey yüklediğimiz anlamlardır. Çocuklarımızın doğrularının ve yanlışlarının puanlandığı sıralama çizelgesinden ibaret bir ölçme sistemi adeta bir ‘kişilik değerleme’ tartısına dönüştüğünde maalesef işin rengi değişiyor. Hasarın boyutları büyüyor. Özellikle LGS’de henüz baş etme mekanizmaları bu denli hamken kendisini başarısız, yetersiz, becerememiş hisseden bir çocuğun yaşadığı hayal kırıklığı bu sınavın sonucundan milyon kat daha değerli ve önemlidir.
Ebeveynlerin asli görevi evlatları için güvenli üs olmaktır. Bağlanma kuramının yaratıcısı Bowlby’nin tanımıyla güvenli üs, askerin savaştaki üssüne benzer. Asker yense de yenilse de üssüne geri döner. Çünkü bilir ki o üs onlar için güvenli yerdir. Bu güvenli yere sırtını dayayarak yeni seferlere çıkarlar ve riske girerler. Özetle sınav sadece sınavdır. Ve her bir LGS adayı kendi güvenli üssünün kahramanıdır. Önce nefes sonra odaklanma. Tüm çocukların güvenli üslerine dönmeleri dileğiyle…