Giderek sertleşen ve bir krize dönüşen rejim tartışması, parlamenter ya da düzen muhalefetinin ortaya koyduğu çıkış modeli nedeniyle “güçlendirilmiş parlamenter rejim” diye ifade edilen bir alana sıkışmış durumda. Oysa sorun, ne eski rejimin kimi düzeltmeler ve aşırılıklarının törpülenmesiyle bütün kurumlarıyla ayakta kalacağı yeni bir anayasa yapmaktır ne de düzen içi teknik bir idare hukuku düzenlemesidir.
Sorun, ülkeyi yeniden akıl ve bilimi esas alan aydınlanmacı bir rotaya sokmaktır. Kamucu bir ekonomik modeli yeniden kuran, kapsamlı ve güvenceye alınmış bir demokratikleşme hamlesini başarmaktır. Çünkü ülke, yıkılan Birinci Cumhuriyet’in yerine dinci-faşizan bir totaliter rejimin/ düzenin kurulma girişimiyle karşı karşıyadır. Kapsamlı bir karşı devrim saldırısı altındadır. Bu saldırı, yüz yılı aşkın aydınlanma parantezini kapatma hamlesidir. Çok yönlü ve çok katlı bir karşı devrim saldırısıdır.
Bu nedenle ilkesel olarak demokratik, toplumcu ve cumhuriyetçi güçler açısından yapılması gereken şey; bu dar alanda sürdürülen ve “restorasyoncu seçenek” dediğimiz zeminde kurulan tartışmaya taraf olmak değil, bu girişimi, en güçlü seçenek olsa bile kategorik bakımdan reddetmektir. Kendi seçeneğini ortaya koymaktır.
Kuşkusuz, en önemli ve acil görev yakın ve büyük tehlikeyi etkisizleştirmek, AKP-MHP iktidarına son vermektir. Bu tarihsel sorumluluğu gözden kaçırmadan, muhalefet blokunu bozacak ve İslamcı-faşizan güçlerin yeniden kazanmasına yol açacak bir tutuma savrulmadan, kendi seçeneğini ortaya koymaktır. Bir yandan dinci-faşizan iktidara karşı demokrasi ve özgürlükler için savaşırken, diğer yandan gerçek kurtuluş yönünü işaret etmektir. Bunun yolu da en zayıf seçenek bile olsa –ki değildir- imkânsızı istemek ve devrimci demokratik cumhuriyet için mücadele etmektir. Türkiye’nin önündeki üçüncü yol budur. Bizim yolumuzdur.
SİYASAL İSLAM’IN ÇÖKÜŞÜ
Dünyada ve bölgede ise siyasal İslamcılık büyük bir başarısızlık yaşıyor. İslamcıların bütün tarihsel, kültürel, sosyolojik ve siyasal tezleri çöküyor. Siyasallaşmış İslam’ın bir gelecek projesi oluşturma zeminine, programına ve potansiyeline sahip olmadığı, büyük bir zavallılık ve ilkellik sergilenerek ortaya çıkıyor. İslamcılığın, toplumları 21. yüzyılda taşıma, yönetme ve ileriye götürme yeteneğine sahip olmadığı anlaşılıyor.
İslamcılığın IŞİD’in toplumsal tasarımını aşabilecek bir uygarlık alaşımı yaratamayacağı ortaya çıkıyor. Siyasal islamın Orta Çağ teolojisini yeniden üretmenin ötesine geçememesi; bu yenilgiyi siyasal, ideolojik ve kültürel bakımdan çok yönlü bir bozguna dönüştürüyor.
Bu durum, yani başarısızlık bir dönem İslami rejimler için dünyadaki en başarılı model diye sunulan AKP iktidarı için de geçerli. Hem de diğer örneklere göre çok daha fazlasıyla. AKP’nin başarısızlığı siyasal İslamcılığın dünyadaki en ağır yenilgilerinden biridir. Sandıkla gelen İslamcı bir partinin, demokrasiyi ve özgürlükleri (bunlar ne kadarsa) imha edeceğini ortaya koymakta, dahası bunun siyasal İslam’ın doğası olduğunu göstermektedir.
Erdoğan-AKP yönetimi, ülke içinde, geleneksel iktidar blokunu dağıttığı halde yeni bir iktidar bileşimi oluşturamadı. Dar ideolojik hedeflerinde ısrar etmesi ve yeni rejimin sınıfsal temelini oluşturmak için özel bir sermaye grubunu (yandaş, İslamcı, muhafazakar) destekleme tutumu nedeniyle, İstanbul sermayesiyle sağlanan uzlaşmayı da bozmuş görünüyor. AKP artık bütün sermaye sınıfının ortak çıkarlarını temsil eden ya da gözeten bir parti olmaktan çok, sermaye içi bir klik / fraksiyon partisi haline gelmiş durumda. AKP diğer taraftan Kürtlerle savaşıyor, Alevilerle kavga ediyor, geniş cumhuriyetçi ve laik kesimlerle büyük bir husumet içinde toplumu İslami bir rejime doğru sürüklemeye çalışıyor. Toplumsal ve sınıfsal temsiliyet yeteneği giderek daralıyor. Yandaş sermaye çevreleri ile dindar, muhafazakar ve bir kısım merkez sağ seçmenden aldığı destek dışında neredeyse yerel bir iktidar dinamiği kalmamış durumda.
KARŞI DEVRİM SÜRECİ
Durum açık; Erdoğan yönetimi bütün siyasal İslamcılar gibi davranarak, takiyye ve şark kurnazlığı ile güçlenene kadar uzlaşmacı, hatta uysal bir davranış sergiledi. Pasif bir karşı devrim sürecini sinsi ve sabırlı şekilde yürüttü. Devleti bütünüyle ele geçirdiğini düşündükleri andan itibaren de kendi özel/dar ideolojik-politik programlarını uygulamaya yöneldi.
Yazının tamamını okumak için tıklayın...