Her zaman söylediğim gibi; toplumda milyonlarca insan tarafından sevilen ve aynı nedenle büyük bir sektör olan futbolu yönetmek için profesyonel yaklaşımlara ihtiyaç var.
Elbette bu yaklaşımlar, futbolcuların, teknik direktörlerin, kulüp başkanları ve yöneticilerinin kamuoyuna iletmek istedikleri mesajları, yenilemek istedikleri imajları ya da güçlendirmek istedikleri itibarlarını en doğru şekilde planlayacak halkla ilişkiler ve iletişim profesyonellerinin uygulamalarını kapsıyor
Futbolumuzda bu konu sorunlu alan.
Mesut Özil için düzenlenen imza törenine halkla ilişkiler ve iletişim gözüyle bakıldığında organizasyonun tam bir hayal kırıklığı olduğu söylenebilir.
Ali Koç’un isteksiz ses tonuyla, o bitmeyecekmiş hissi yaratan noktasız uzun konuşmasıyla başlayan program, Emre Belözoğlu’nun hazırlanmadığı için rahatsızlık veren ama kısa sürdüğü için nefes aldıran sözleriyle devam etti. Kimin ne için orada olduğunun belli olmadığı, yayıncının Fener’e uyguladığı sansür krizinden tutunda, bir başka oyuncunun transfer sorunsalına kadar uzayıp giden gereksiz, bol konuşmalı, iğnelemeli, gülüşmeli bir tören sunuldu.
Araya konulan uzun video görüntüleri ise “yerli ve milli” algısı yaratma çabaları olurken, taraftarlarla çevrimiçi bağlantılara kadar ne ararsanız hepsi bu imza töreni içine konmuştu.
Neyi, ne zaman, nerede, hangi sürede, hangi içerikle söyleme konusunda sorunları olan başkan Ali Koç’un canlı yayında milyonların önünde etrafındakilere yeni direktifler vererek töreni yönetme heyecanı ise tam ironiydi.
Bu davranışına, mikrofonu eline alıp sunucudan rol çalması da eklenince başkanlık imajını zayıflatan başka bir görüntü daha ortaya çıkmış oldu.
Zaten törenin açılışını yapan sunucu da kendisine verilen görevi Ali Koç’un aldığını görünce programın sonunu beklemeden sahneden ayrılmış, bir daha görünmemişti.
Mesut Özil transferiyle ilgili sosyal medyada çıkan olumsuz yazışmalara da cevap verme yeri olarak da görülen bu imza töreni, Özil’i de şaşkın hale getirmeyi başardı.
Çünkü Mesut Özil sadece futbolculuğuyla profesyonel değil; aynı zamanda basınla bir araya gelme konusunda da iletişim eğitimi almış üst düzey takımlarda profesyonel yönetilen halkla ilişkiler ve iletişim organizasyonlarında bulunmuş güçlü bir isim.
Yoksa kim ne söylüyor, neler oluyor, bu karmaşa nedir diye anlamaya çalışırken, kendisine yöneltilen soruya “Türkçe mi, İngilizce mi cevap vereyim?” demezdi.
İmza törenine T24 internet haber sitesinin verdiği bilgiye göre 64 farklı kuruluş ve 132 basın mensubu akreditasyon için başvuru yapmıştı.
Spor iletişimi ile cinsiyet, etnisite, şiddet, milliyetçilik ve popüler kültür gibi sosyokültürel konuların kesişimini ve yönetimini yapabilirsiniz. Bu kadar çok sayıda medyanın bir arada olduğu yerde bu konulardan birini -hepsini değil- etkin yönetmek elbette kamuoyunda çok büyük etki yaratır.
Dolayısıyla bu küresel kitlesel buluşmada amaç Mesut Özil’e dair yerel ve uluslarası tüm sorunlu konuları bir arada çözmeye çalışmak olmamalıydı.
Onun yerine.
Fenerbahçe’nin bilinirliğini arttıran, kurumsal imajını güçlendirecek güçlü görüntüler yaratacak bir planlama yapılmalıydı.
Mesut Özil’i duymak ve imzasını mühürlemek için görüntü ve cevap almak isteyen medyaya bu imkan rahat bir ortam sağlanarak sunulmalıydı.
İmza töreni iletişim planlamasında iki ana öncelik zaman ve özne dikkate alınmalıydı. Alınmamıştı.
Bu nedenle de programın başlamasından tam 39 dakika sonra Mesut Özil’e konuşması için nihayet söz verilebildi. Olacak şey değildi. Organizasyon onun için düzenlenmişti. Oradaydı. kendini temsil etmesine izin vermek yerine, o orada değilmiş gibi her şey onun etrafından dolandırılarak organize edilmişti.
Ayrıca bu pandemi zamanında yönetim kurulu üyelerinin orada olmasının ve alkışların bir mantığı var mıydı, bunun yanıtını ise sizlere bırakıyorum.
Genel çerçevede tören, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Özil transferindeki amacı ve rotasını içeren mesajının ardından, sorular ve imzaların atılmasıyla sonlandırılmalıydı. 40 dakika sürecek program 2,5 saate evrilince imza töreni saygınlığını yitirip maalesef “geyik” muhabbetine dönüştü.
Platini masum değil
2014 yılında bir ay boyunca dünyanın kalbi Brezilya’da atmış, final maçında Almanya, Arjantin'i uzatma bölümünde bulduğu golle 1-0 yenerek Dünya Şampiyona olmuştu.
24 yıl sonra şampiyon olan ‘‘Panzerler’’de Türk asıllı futbolcumuz Mesut Özil ile gururlanmıştık.
O zamanları çok iyi hatırlıyorum.
Kupa seremonisi sırasında Mesut Özil ile UEFA Başkanı Michael Platini arasında geçen diyalog çok dikkatimi çekmişti.
Bu konuda twit atmıştım.
Çünkü maç bitmişti ve futbolcular formalarıyla şeref tribününde kupayla toplu fotoğraf çektirmek için yerlerini alıyordu.
Platini, Mesut’un yanında belirivermiş, ona bir şeyler söylemiş ve Mesut Alman Milli Takım formasını çıkartmış, Platini’ye vermişti.
Formanı şimdi verme, verme.
Forma istemenin zamanı mı diye kendi kendime söylenmiştim.
Üzülerek o en önemli anda, platformda altında şortu üstü çıplak bedeniyle bırakılan Mesut Özil’e bakakalmıştım.
Orada Mesut’a yapılan, zamanlama açısından bakıldığında söylendiği gibi bir hayranlık değil; Türk kökleri nedeniyle ırkçılıktı.
Batı’ya özgü örtük her türlü ayrımcılığı barındıran bu yalnız bırakma, buraya ait değilsin deme, emeğin sömürülmüş görüntüsüydü.
Platini çok iyi biliyordur, forma bir temsildir.
Bir kimliktir.
Aidiyet, itibar, imaj ve mesaj taşıyıcıdır.
Gunnerslar mesut değil kesin.
Bir. Arsenal kulübünün, istediğinde maaşında indirim yapmaya hazır ve Çin’i kızdırmayacak twitler atacak “sadık” oyuncular istiyor olmasından.
İki. Real Madrid’te oynayan bir dünya şampiyonu, asistlerin rekor oyuncusu Mesut Özil’i bir türlü oyuna dâhil etmeyi başaramamış olmasından.
Üç. Oynatamadıkları Mesut Özil’ e ödeme yapmaya devam ediyor olmalarından.
Dört. İdealizmle oyun teorisin harmanlayabilen bir teknik direktörlerinin olmamasından.
Twitter : @Hulya__Coskun
Instagram: hulyacoskun