Geçen haftaya yüreğim kıpır kıpır başlamıştım. Üzerinde yıllarca çalıştığım üçlemenin ikinci romanı İçimde Yanan Nehir okurun karşısına çıkıyordu.
Haftanın son günü cuma ise fazlasıyla yoğun bir gündü. Sabah küçük bir doktor, eczane ziyareti… Öğleden önce, yıllardır görmediğim, kabiliyetini ve şahsiyetini pek sevdiğim Yalçın Doğan ile kahve keyfi…
Öğlen ise Binance Teknolojide Kadın Akademisi’nin hayata geçişi onuruna Binance ve Teknolojide Kadın Derneği’nin davetiyle Aman da Bravo’da yemek… Şef İnanç Çelengil’in mutfağında, İçecek İnovasyonları Danışmanı Gözdem Gürbizatik’in eşleştirmeleriyle yapay zeka destekli oluşturulan menüyü tatmak…
Yapay zekâ yardımıyla her bir yemeğe şarkı seçilmiş. Yine yapay zekâ her bir yemek ve içecekten yola çıkarak resimler oluşturmuş. İki kadından yaşamlarının ikinci döneminde nasıl kripto para borsası oyuncuları olduğunu dinledik. Kadınlar, kadınlar, kadınlar… Cesaret gösteren, yenilikler yapan, birbirine el veren, başarılı olan kadınları gördükçe umutlanıyorum. Umutlanmayı seviyorum. Çünkü umut pahalıdır; öyle bedelsiz umut edemezsin. Arzu ise bedava… Dilediğin kadar beleşe arzu edebilirsin hem de umutsuzca.
Dedim ki: Bugün güzel bir gün. Umut edebiliyorum.
***
Sonra akşam kalktım ta İstanbul’un diğer ucu Maltepe’ye gittim. Maltepe Belediyesi tarafından çıkarılan İstasyon Dergi 3. yılını “Yüzyılın Aydınlık Yüzleri” ödül töreniyle kutladı.
Bu dergi önemli çünkü Türkiye’de 30 büyükşehir, 922 ilçe belediyesi var ama böyle bir edebiyat dergisi yapan başka kimse yok. Derginin yazar kadrosuna bakınca bile aydınlanıyor insan. Ben de orada kalem oynattığım için bahtiyarım.
“Yüzyılın Aydınlık Yüzleri” arasında kimler yoktu ki… Son yıllarda ‘değer’ kasımı daha sık çalıştırıyorum. Değer mal-mülk, anılar, hoş duygular ve iyi olma hali değil ki sadece. İnsanların, kabiliyetlerinin, şahsiyetli kabiliyetlerin değerini daha fazla bilmek üzere antrenman yapıyorum. Cuma akşamı da öyleydi işte! Bir değerler geçidiydi.
Haftalardır sayıkladığım, kitaplarını yalayıp yuttuğum, etik videolarını hararetle herkese önerdiğim Ioanna Kuçuradi karşımda duruyordu; önünde diz çöktüm. Gökte ararken yerde bulmuştum onu.
Sözü, sazı, yazısı, her şeyi ayrı güzel Zülfü Livaneli…
“Tanrım bu nasıl bir yetenek? Nasıl bir çocuk” dediğimiz İpek Nisa Göker…
Yaşadıklarından örendiklerini bizlere cömertçe veren Ataol Behramoğlu…
Şair ruhu karısına da geçen, yürek işçisi Şükrü Erbaş…
Hep “Çelik şair” dediğim, belki de bana Pir Sultan Abdal’ı, Şeyh Bedrettin’i öğreten, şafağımıza türkü yazan Nevzat Çelik…
“Yalnızız. Böyle kalmamak için sarılmalıyız” diyen Halil Ergün…
Hâlâ bir çocuk gibi gözleri ışıldayan çınarımız Metin Akpınar…
Kültür-sanat ve edebiyata yaşamını adayan Zeynep Oral…
Utanmaz, arlanmaz, tarihi çarpıtan profesyonel dedikoducularla yılmadan mücadele eden Sinan Meydan…
Bana yirmi yıl önce “Bu işi sakın muhabirlikte bırakma” diyen öykü kutumuz Sunay Akın…
Atlara nağme yazan ressamımız Süleyman Saim Tekcan…
Bitti mi? Hayır!
Ayşe Kulin, Metin Kemal Kahraman, Nükhet Duru, Ahmet Ümit, Yaşar Seyhan, Serhan Asker, Nebil Özgentürk, Hale Soygazi, Gürbüz Doğan Ekşioğlu…
Sahnenin kocaman mavi gözlü devi Yetkin Dikinciler…
‘Ufacık, tefecik içi dolu çılgınlık’ Ayşen Şahin…
Dedim ki: Bugün güzel bir gün. Umut edebiliyorum. Şu lükse bak, şu yürek bütçesine… Bu aydınlık yüzlerle beraberim. Ne mutlu! Ne mutlu!
Derken… Yine kara haberler geldi. Canımız yandı. Yine sevincimiz kursağımızda kaldı.
“Gencecik çocuklar ölürken, sevincinin yarım kalmasına mı üzülüyorsun” diyenler çıkabilir.
Çıkmayın kardeşim.
Benim Çelik şairim “Baba olamayacağım örneğin/Toprak olmak ne garip şey anne” diyordu.
Toprak olan çocuklara, o çocuklarla sevinememeye, o çocukların okuyamayacağı şiirlere üzülüyorum.
Toprak olmaları çok garip.
Her sevincimizin kursağımızda kalması çok garip.