Yaşam Yazarıyım
Tele1’deki ilk yazımda söylemeliydim. Ben yalnızca olguları saptayan yazarlardan değilim. Olgucu yazar, yalnızca olguları saptar. Söz gelimim, “Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük, Halfeti Belediye Başkanı Mehmet Karayılan görevden alındı, yerlerine kayyum atandı.” Bu saptamayı yapan yazar, üzüldü mü sevindi mi bilmeyiz, bunu söylemez olgucu yazar. Olgucu yazarın kötü... işlevsiz olduğunu söylemiyorum. Ama ben böyle değilim. Bir olgu, canımı sıkar, üzer beni, ya da sevindirir. Bunu söylerim yazımda, en azından belli ederim. Çünkü ben kelimlerin yazarı değilim. Her kelime bilincime girer, etkiler beni... ben yaşamın yazarıyım. Söz gelimi, belediye başkanlarının görevden alınması canımı sıktı... üzüldüm.
Niye canım sıkıldı... neye üzüldüm. Bir çıkarım mı var o belediyelerden. Hayır, yok. Şunun için üzüldüm, halkın demokratik deneyim yaşaması son derece önemlidir. Siyasal erk, halkın demokratik deney yaşaması engelliyor.
Demokrasi, halkın demokratik deneyimle gerçekleşir, burda bu engelleniyor.
Bunun için canım sıkılıyor.
Tarihin Mantığı
Hegel’in bir savı var, şöyle “Gerçek olan her şey ussaldır, ussal olan her şey gerçektir.” Bu sav, adaletsiz devletin... polis devletinin onaylanması biçiminde yorumlandı. Engels bu yoruma karşı şunları söyledi; “Oysa Hegel’e göre gerçeklik, hiçbir zaman bir siyasal ya da toplumsal duruma, her koşulda ve her zaman yüklenebilen bir sanı(attribut) değildir. Tam tersine, Roma Cumhuriyeti gerçekti, ama onun yerini alan Roma İmparatorluğu da aynı şekilde gerçekti. 1789’da Fransız Monarşisi, o kadar gerçek-dışı, yani tüm zorunluluktan yoksun, o kadar usa aykırı olmuştu ki, Hegel’in her zaman büyük bir coşku ile sözünün ettiği Büyük Devrim tarafından yıkılmalıydı. Bunun sonucu olarak, bir arada, monarşi gerçek-dışı, devrim ise gerçek olandır. Ve böylece, gelişmesi sırasında daha önce gerçek olan her şey gerçek-dışı olur zorunluluğunu yitirir, can çekişen gerçekliğin yerini, yeni ve yaşayabilir bir gerçeklik alır ve bu eğer eski savaşım vermeden ölüme gidecek kadar usçul olursa barışçıl yolla, yol eğer zorunluluğa karşı direnirse zor yoluyla olur. Ve böylece Hegel’in savı, gene Hegelci diyalektiğin kendi karşıtına döner.”(1)
Bina tarihin diyalektik mantığı denir. Söz gelimi Osmanlı İmparatorluğu bir zamanlar hem ussal hem gerçekti. Bir zaman geldi hem ussallığını hem gerçekliğini yitirdi, yerine Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti hem ussal, hem gerçekti. Ancak Cumhuriyetin uyguladığı kapitalist düzen, hem ussallığını hem gerçekliğini yitirdi.
Kapitalizm, 20. Yüzyılda hem ussallığını, hem gerçekliğini yitirdi. Ayakta kalmak için üstüste iki paylaşım savaşı çıkardı. İki atom bombasıyla Japonya’da yüzbinlerce insanı katletti. Milyonlarca insanı sakat bıraktı. Şimdi bölgesel savaşlarla can çekişen varlığını koruyor... Türkiye geldikte... Kapitalizmden üreyen sorun yarı kapitalizmle çözmeye çalışıyor siyasal erk... can çekişen kapitalizmi ayakta tutmak için islama başvuruyor. Oysa tarihin diyalektik mantıpı ilerliyor.
Kocaman Umut
Tarihin diyalektik mantığı şunu gösteriyor. İnsan nice zorlu aşamaları geçti. Eşitliğe...özgürlüğe.. doğru ilerledi. Hiç kimse..hiçbir güç bu ilerleyiişi durduramaz. Hiçbir aşama son değildir. Diyalekjtiki soru sora sora ilerler. Ben bu ilerleyişte.. ileride kocaman bir umut görüyorum.
1. F. Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Çeviren:Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara 1992,Y-11,12)