Bu tarihsel dönemeçte, AKP-MHP-BBP blokunun temsil ettiği tarihsel ve siyasal gericilik ile bu toprakların ilerici birikimi çarpışacaktır. Dünyada iflas eden siyasal İslamcılığın Türkiye’de kazanması için hiçbir neden yoktur.
Türkiye, laik cumhuriyet kurumlarının yıkıldığı, devletin kurumsal geleneğinin büyük bir kırılmaya uğradığı ve fakat yeni bir rejimin de gerçek anlamda kurulamadığı, bu nedenle eski idari mimarinin ve siyasal atmosferin varlığını –etkisi azalsa da- şu ya da bu şekilde koruduğu tuhaf, kuralları olmayan, kurumsallaşamayan, kendi içinde çelişkili ve gerilimli bir “hibrit” döneminden geçiyor. Bu bir ara rejimdir. Diğer bir ifade ile tarihsel bakımdan geçici bir durumdur. Ülke ve toplum yön duygusunu kaybetmiş görünüyor.
İslamcı iktidar, dinci-faşizan bir rejim kurabilmek için bütün gücüyle yükleniyor. Ancak, bu doğrultuda büyük bir mesafe alsa da, amacına ulaşacak gücü bulunmuyor. Görgüsü, bilgisi, sınıfsal dayanakları, kitle desteği, birikimi, gelenekleri yetmiyor. Bu siyasal ve toplumsal tablo sürdürülemez ve geçici bir tarihsel duruma işaret ediyor. Türkiye’de neredeyse tanımsız, anayasasız, tarihsel referansları belirsiz, üzerinde mutabakat sağlanmamış bir rejim hüküm sürüyor. Öyle ki, Sultan II. Abdülhamit üzerinden yeni bir “kurucu ata” miti oluşturma girişiminin de büyük ölçüde çöktüğü görülüyor.
Dolayısıyla ülke, tarihsel yönünü yeniden belirleyeceği bir hesaplaşmaya hazırlanıyor. Toplum, ya bir önceki çağın değerler dünyasına teslim olacak ve İslam dünyasının süren ortaçağı içinde kaybolacak ya da yeniden aydınlanma ve modernite yoluna girecektir. Türkiye ya “dinin eleştirisini” tamamlayacak ve onu özel alana, insanların vicdanlarına yeniden gönderecek ve orada özgürleştirecek ya da din /inanç merkezli bir bilgi anlayışının bütün bir yaşamı belirlediği karanlığın içine savrulacaktır. Bunun arası, orta yolu yoktur. Türkiye’nin önünde 2023 seçimlerinin kazandığı anlam büyük ölçüde budur.
YENİ BİR KURUCU İRADE
İhtiyacımız olan şey, yeni bir kurucu iradedir. Erdoğan-AKP iktidarı ve siyasal islamcı hareket cumhuriyeti yıktı, ancak bir kurucu irade ortaya koyamadı. Ancak, buna karşın ülkenin ilerici, aydınlanmacı, sol ve devrimci güçleri de yeni bir kurucu irade oluşturamadı. Çünkü solun büyük bir bölümü, ne yazık ki, ülkenin içinden geçtiği tarihsel dönemeci tam olarak kavrayamadığı gibi, hala ağır bir liberal zihin kirlenmesi yaşıyor.
Erdoğan ve siyasal İslamcı kadronun kurucu bir irade oluşturamamasının öncelikli ve en büyük nedeni, Türkiye’nin aydınlanma ve modernleşme birikimini, geleneğini ve cumhuriyetin toplumsal desteğini hafife almasıdır. Daha önce de işaret etmeye çalıştığım gibi; Türkiye’de Cumhuriyet’in tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslamcı rejim kurma girişiminin teorik ve tarihsel gerekçesini, Müslüman ülkelerdeki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımı oluşturuyordu.
Dolayısıyla; İslam’la laikliğin bir arada olamayacağı, eleştirel akla ve bilime dayalı bir toplumsal ve siyasal düzen kurulamayacağı; dolayısıyla Batılı anlamda “demokratik” rejimlerin Doğu’da maddi, kültürel ve tarihsel temellerinin bulunmadığı ileri sürülüyordu. Bu nedenle “Doğu’ya özgü” ve “düşük yoğunluklu” bir demokrasinin, örneğin sandığa dayalı çoğunlukçu (çoğulcu değil) bir düzenin yeterli olacağı belirtiliyordu. Dinsel dogmaların birey ve toplum hayatını belirlediği, fakat mutlak şekilde ABD ve Batı emperyalizminden yana olacak bir model/ rejim öneriliyordu.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız.