Türkiye’de katılımcı bir demokrasi isteyenlerin, hele hele “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” talebinde bulunanların işi çok zor! Çünkü 20 yıllık tek parti yönetiminin öne çıkardığı düşünce tarzı ve yarattığı davranış kalıpları, dini duygularla da buluşarak yalnızca “tek adamlığı” değil bir bütün olarak otoriteyi ve “kaderi” kutsuyor. Bu kutsama oligarşik bir yapı oluşturarak zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapıyor! Gelir dağılımında adaletsizlik tavan yapıyor, yoksullukla zenginlik arasındaki makas sürekli büyüyor. Üstelik bu eğilim yalnızca Türkiye ile de sınırlı değil. Dünyanın birçok ülkesinde de demokrasi yerine otoriterleşme eğilimi öne çıkıyor ve bu gerçek Türkiye’deki otoriter yapıyı da besliyor… Yarış her yerde demokrasi isteyenlerle popülist söylemler üzerine kurgulanmış otoriteyi öne çıkaran, otoriteyi kutsayan yapılar arasında geçiyor. Macaristan, Sırbistan seçimleri, İtalya ve İsveç seçimleri otoriter eğilimler lehine bunu gösterdi. Şili’den sonra rüzgara karşı yürüyen Kolombiya’da ve son olarak da Brezilya’da ise otoriteye karşı demokrasi kazandı! Temel hak ve özgürlüklerin önemsenmediği, iktidarın keyfine kaldığı bir ortamda bırakın köklü değişimleri, en sıradan reformist talepleri öne çıkarmak bile “radikal talep” haline dönüşüyor. Yargıda adalet istemek gibi, seçilmişlerin görevden alınıp yerlerine kayyum atanmasına itiraz etmek gibi, gelir dağılımında eşitlik istemek gibi ya da “ben kendi rektörümü, kendi dekanımı seçmek istiyorum” diyen Boğaziçi Üniversitesi örneğindeki gibi… Böyle bir ortamda “yeni demokratik bir Anayasa” demek, “kuvvetler ayrılığı” demek, “laiklik” demek ya da “aşırı kar” vergisinden yani servet vergisinden bahsetmek, asgari ücretin gerçek enflasyon oranında artmasını istemek bazılarına “Türkiye gerçeğinden kopmak” bazılarına da “imkansız” geliyor… İşte bunlardan dolayı başlığa Che Guevera’nın o ünlü sözünü başlığa taşıdım: “Gerçekçi ol imkansızı iste”! Che Guevera bu sözü “gerçekçi olmayan hayallerin peşinde koşalım” diye değil, tam tersine bizlere değişmesi imkansız gibi gösterilen bir çok şeyin güçlü bir iradi müdahaleyle değişebileceğine vurgu yapmak için söylemiş, Castro ile birlikte Küba’da Batista’yı devirerek bu tezini de ispatlamış…

6’LI EL YÜKSELTİYOR

Bu tezin Türkiye’de de hayata geçmesi için “el yükseltmek” gerekiyordu! 6’lı Masa’da bunu yaptı… 28 Şubat’tan sonra ikinci kez gazetecilerle bu nedenle buluşarak “Güçlendirilmiş Parlamenter Demokrasi” ilkeleriyle uyumlu 84 maddeyi kapsayan yeni bir “Anayasa Değişiklik Önerisi” açıkladı. Bu açıklamada en önemli vurgu, 84 maddedeki değişiklikten daha çok toplantının hemen başında gösterilen kısa cinevizyon gösterisinde öne çıktı; “Sorun doğrudan bu sistemin kendisinde, sistem değişmeden Türkiye değişmez” vurgusu yapılarak seçmenin önünü “demokrasi” ve “otokrasi” tercihini öne çıkartıldı. Böylece 6’lı Masa AKP-MHP bloğunun aksine “biz mi diğerleri mi” diye sormak yerine “demokrasi mi, otokrasi mi” diye sorarak el yükseltti! “Geçiş süreci” için Anayasa maddelerinde önerilen değişiklikler, eksiklikleri olsa da “Demokrasi ile taçlanmış yarının Türkiye’si” için önemli belirlemeler yapıyor. Kuvvetler birliğinin yerine kuvvetler ayrılığını, denge denetleme sistemini öngörüyor, dokunulmazlıklarda, seçilmişler yerine kayyum atanması gibi keyfiliklere “dur” diyor. YÖK’ü kaldırıyor, iktidarın propaganda aracına ve sopasına dönüşmüş RTÜK’ü kaldırıyor!

CHP DE EL YÜKSELTİYOR

Pazartesi toplantısından sonra Çarşamba günü de “Sosyal Demokrasi ve Refah Devleti: Almanya’dan ve Türkiye’den Perspektifler” başlığıyla SODEV ve Friedrich-Ebert-Stiftung’un birlikte düzenlediği önemli bir toplantı vardı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Almanya SPD’nin eski Genel Başkanı ve Avrupa Birliği Parlamentosu’nun eski Başkanı Martin Schulz konuşmacıydı. Krizin arttığı, alım gücünün olağanüstü düştüğü yoksulluğun derinleştiği bir ortamda Refah Devleti’ni konuşmak “uzak bir hayal” gibi dursa da eğer “Başka Bir Türkiye, Başka bir Avrupa” konuşulacaksa tam da zamanıydı! Ortak bir irade oluşturulabilinirse, değişimin yaratacağı güçle uzaktaki hayali yakına getirmek ve gelirlerin adil dağıtıldığı bir refah devleti kurmak mümkün! Schulz ve Kılıçdaroğlu bunun için reçeteyi de yazdılar: Martin Schulz "Sosyal adalet için milyarlar kazananın daha fazla vergi ödemesi ve zenginliğin eşit dağıtımı gerekir, bu da demokrasiden geçer, demokrasiyi sağlarsak refah devleti yaratabiliriz" derken, Kılıçdaroğlu da "Gelirin hakça bölüşümünü sağlayan, önceliği insana veren refah devleti için sosyal demokrasinin iktidar olması gerekiyor. Refah devleti demokratik standartın yüksek olduğu, katma değeri yüksek ürün üreten, güçlü bir sosyal devlettir " dedi! Bu vurguları yapan Kılıçdaroğlu şimdi de Cumartesi günü bunları ete kemiğe büründürecek “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlığıyla İstanbul Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda bir İkinci Yüzyıl Vizyon Toplantısı’na hazırlanıyor. Hedef, “iktidar öncesi konuların uzmanları ile Türkiye’nin en büyük koalisyonunu oluşturmak!” Gerçekçi olmak da, imkansız görünenleri imkanlı hale getirmek de, CHP başta olmak üzere muhalefetin elinde…