Son yıllarda “ideolojiler bitti”, “sağ sol bitti” söylemleri eşliğinde düşünsel açılımlar ve ideolojik yaklaşımlar hızla önemsizleştirildi.
İdealist olmak küçümsenir oldu.
Katılım yalnızca kulağa hoş gelen ama uygulanmayan boş bir kavrama dönüştürüldü.
Katılımcı ve kolektif bir yaklaşımla ortak karar alma yerini otoriteyi kutsayan oligarşik yaklaşımlara bıraktı.
Toplumsal planlama ve daha iyi bir Türkiye hayali yerini kişilerin kariyer planına bıraktı.
“Ortodoks parti modelleri” yaşıyor gibi görünse de fili olarak bitti.
Sıkı bir disiplin içinde, hiyerarşinin öngördüğü biçimde programa tam bağlılık dönemleri geride kaldı…
Tek elde toplanan güç ve servet yalnızca derin yoksulluk yaratmadı aynı zamanda “düşünsel yoksulluk” da yarattı.
Gücün ve servetin çok az sayıda insanın elinde toplandığı sistem dünyayı ilerletmedi geriletti. Küreselleşmenin ve teknolojik gelişimin ortaya çıkarttığı olağanüstü artı değer, paylaşılarak eşitsizliği ve sosyal adaletsizliği ortadan kaldıracağına daha da derinleştirdi ve hem siyasal sistemi, temsili demokrasiyi açmaza soktu hem de “klasik partileri” etkisizleştirdi…
Temsili demokrasinin ve hukukun yara bere içinde kaldığı yalnızca ekonomik krizin değil siyasal açıdan da yapısal krizin derinleştiği böyle bir dönemde bu gerçek yalnızca Türkiye için geçerli değil, Avrupa için de geçerli!
Avrupa’da da merkez partileri küçülüyor, yeni söylem üretmeyen sol ve sosyal demokrasi irtifa kaybetmeye devam ediyor, yalnızca “sağ popülizmle” kıyaslanmayacak ölçüde faşist eğilimler ve partiler büyüyor…
Nitekim “Merak etmeyin Avrupa’da faşizm bir daha yaşanmaz” söylemlerinin havada kaldığını önce Fransa seçimlerinde, geçen hafta da Almanya’nın iki eyaletinde yapılan seçim sonuçlarında “Yeni faşizmin yeni bir başlangıcı” olarak gördük…
NE YAPMALI?
Kabul etsek de etmesek de DEM’in, İYİ Parti’nin hatta TİP’in seçmen potansiyellerinden ve oy oranlarından bağımsız olarak “siyaseti belirlemekten” uzaklaştıkları bir ortamda CHP önümüzdeki dönemi belirleyecek ve Türkiye’de siyasal değişimi sağlayacak çok önemli bir şansı yakalamıştır.
31 Mart’ta sandıktan birinci parti olarak çıkan CHP’nin kamuoyu yoklamalarında da birinci parti olmaya devam ettiği bir ortamda yapacağı “İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayı” siyasal iklimi değiştirmek için cesareti öne çıkarmalı, başka bir Türkiye’nin olabileceği hayalini büyütmeli.
Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere bir bütün olarak CHP yönetimi 2023 seçim sürecini iyi yönetemedi. CHP’li üç ismin (Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Yavaş) yarıştırılmasına izin verildi, kamuoyu yoklamaları bu üç isme odaklandı, “kazanacak aday” tartışması köpürtüldü.
Şimdi de benzer bir tehlike kapıda!
Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve Kemal Kılıçdaroğlu arasında ideolojik ya da düşünsel ciddi bir farkın olmadığı bir ortamda kişiler üzerinden yürütülecek bir siyasal süreç, 14 Mayıs 2023 seçimlerinde olduğu gibi yalnızca CHP’ye kaybettirmez, Türkiye’ye kaybettirir!
Bu nedenle “iktidarı parti içi iktidar” olarak gören siyaset yapma tarzına asla müsaade edilmemeli. Rekabet olacaksa bu kişilere pozisyon yaratmak için değil, yeni düşünsel zeminlerde, yeni fikri açılımlarda olmalı!
Siyasette kişiler ve liderlik kuşkusuz önemlidir ama CHP Kurultayı asıl olarak fikri duruşa, düşünsel açılıma değişen koşullara uygun yeni bir açılıma ve programa zemin hazırlamalı. Partiye oy verenlerle, partiyi yönetenler arasındaki ters orantıyı ortadan kaldırmalı, şekilci üye tartışmaları yerine partinin kapıları ardına kadar açılmalı. Çünkü CHP bugün yalnızca Türkiye’nin birinci partisi değil, aynı zamanda da Avrupa’nın hem üye sayısı olarak hem de oy oranı olarak en büyük partisidir.
İngiltere İşçi Partisi’nin 366 bin, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin 379 bin üyesi varken CHP’nin üye sayısı 1 milyon 400 bin’dir!
Kurumsal yapılar ve kurallara uyan üye yapısı tek başına belirleyici olsaydı, iyi bir tüzüğe ve çok ciddi bir kurumsal yapıya sahip SPD yüzde 14-15’lere düşmezdi!
Avrupa’da solun ve sosyal demokrasinin irtifa kaybettiği bir ortamda CHP yükselen ve iktidara doğru yürüyen bir parti olarak yalnızca Türkiye için bir model olmayacaktır. Eğer CHP İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayı’nda tüzüğünü demokratikleştirerek ve zamanın ruhuna uygun olarak tıpkı 1959 yılındaki “İlk Hedefler Beyannamesi” ya da 1973 yılındaki “Ak Günler Bildirgesi” gibi yeni bir söylem üretebilirse partideki değişimi kalıcı ve sürekli kılacağı gibi CHP’nin değişimi Türkiye’yi, Türkiye’nin değişimi bölgeyi de Avrupa’yı da değiştirir ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda “Yeni Bir Refah Devleti Modeli” ortaya çıkar, tıpkı 1920’lerin İsveç’i gibi!
Şimdi siyasal değişim için risk alma ve yeni şeyler söyleme zamanı!