Spor alanı dünyayı, başkalarını ve kendimizi nasıl gördüğümüze dair benzersiz bir yansıma sağlıyor. Bu nedenle yıllardır klişe futbol programları ve değişmeyen yorumcuların alana dair ürettiği içerikler son derece önemli.
Elbette maç sonu televizyon aracılığıyla “üç büyükler” üzerinden izleyiciye sunulan tüm tartışmalar, öneriler ve eleştiriler oyunun iyileştirilmesine yönelik ele alınıyordur.
Ancak futbolda gerçekte neler olup bittiğiyle, medya aktörlerinin sunduğu algı arasında her zaman büyük boşluk olduğu bilinmeli.
Bu boşluk taraftarlara gösterilen şey ile medya temsilinin dışındaki gerçek spor dünyasına ait büyük bilgi eksikliği.
İlişkilerde etik ilke ve ahlaklılığın unutulması.
Ekonomik pastanın birleştirdiği ilişkilerin her ne pahasına olursa olsun korunmaya çalışılması.
Bu ağ içerisinde bazı spor genel yayın yönetmenleri ve yorumcuların ürettiği içerikler, tüm insansal etkinliklerin çalışma ve seyretmeye indirgendiği yeni zamanlarda kitlelerin spor bilgisini şekillendirmesi bakımında sorunlu.
Bu çerçevede izleyenlere -onlara - göstermeye karar verilen ve yorumculara dikte ettirilen içeriklerle seyirci ne söylemesi/düşünmesi gerektiği konusunda programlanıyor.
Bakıldığında taraftarın sahip olduğu düşüncelerin büyük çoğunluğu kendi orijinal düşünceleri olmuyor.
Kalabalıklar ve kitle davranışı futbol medyasının yeniden ürettiği yorumculara özgü futbol duygusu ve aklıyla şekilleniyor.
Taraftar yıllardır bazı televizyon aktörlerinin çoğunlukla bilgiye dayalı olmayan görüşlerini dinliyor ve duyduğunu bilinçli olmadan tekrarlı davranışlara ve konuşmalara dönüştürerek sosyal medya aracılığıyla dolayıma sokuyor.
Bu simbiyoz beslenmede medya futbolu kısır bir alana çekerken aslında kulüplerle birlikte kendisini de alt sıralara çekiyor.
Her türlü baskıya boyun eğen kulüp başkanları ve yönetimleri ise kendilerine yönelen bu süreci ve etkisini “Halkla İlişikler ve İletişim” alanına gereken profesyonel önemi vermedikleri için okuyamıyor, yönetemiyor.
Hem kulüp yönetimlerine olumsuz yön vermek hem de futbolu sadece üç büyükler ve biraz da Trabzonspor isimleri üzerinden görmek sorunlu bir futbol ezberi.
Bunu sadece hakemler, transfer ve mağlubiyetler üzerinden konuşmak ise; dünyayı, başkalarını ve kendini nasıl gördüğüne dair futbolun medya üzerine tuttuğu bir projeksiyon.
18 takımın yok sayıldığı ve sadece İstanbul oligarşiklerine yönelik üretilen, büyük çoğunlukla bilgiden yoksun programlarla paralel bugün gelinen durum Fenerbahçe ligin 4., Beşiktaş 7., Galatasaray 10. sırasında
Avrupa’da ise uzun yıllardır yoklar.
Vítor Pereira’nın ardından ve Mesut Özil meselesi.
Bu meselenin aslını samimi bir şekilde Pereira’dan dinlemek isterdim.
Olmadı.
Fenerbahçe’yle sözleşmesi karşılıklı fesih edildi.
Zaten dürüst ve samimi olması demek, ülkemizde başına büyük bir “işler açması” demekti.
Zira futbol medyamızın haber üretme işini pesimist bakış açısından faydacı bir yöne bir türlü evrilemedi.
Biz meseleye; Mesut Özil gibi elit bir futbolcuyu ligimizde oynatmanın son derece zor olduğu gerçeği üzerinden bakalım.
“Pereira, Mesut’un üzerine bir oyun kurmalı” deniyordu.
Bu mümkün değildi.
Çünkü futbolu Mesut seviyesinde elit oynayabilecek oyuncu sayısı ligdeki tüm takımlara bakıldığında iki.
Dolayısıyla bu oyunu Pereira’nın oynatabilmesi için takımda bir çok oyuncunun değişmesi gerekiyordu.
O bir çok oyuncu değişmedi.
Pereira değişti.
Oyunda değişen bir şey olmadı.
Önce Oyuncu Güven vermeli.
“….oynamayan oyuncu mutsuzdur. Oyuncu için en önemli kriter çatıştırdığı sistem ve antrenman metotları değil, güvendir.
Hissettiğimi söyleyeyim, oyuncular Pereira'ya güvenmiyor..”.
Bu cümleyi spor yorumcusu Rıdvan Dilmen kurmuştu.
Duygusal/taraf olduğu söylenebilecek bu değerlendirmeyi oyunun ve profesyonelliğin doğası ve kültürü çerçevesinde değerlendirelim.
…
Bir, mutsuz ve güvensiz futbolcuların (hangileriyse) profesyonelliğinden bahsedemeyiz.
İki, Vitor Pereira’nın ilk 11’ni neden bir türlü oluşturmadığını anlayabiliriz.
Üç, bu düzeyde bir/birkaç futbolcu ilk 11’de oynayamadığı için mutsuz oluyor ve bunu takıma yansıtıyorsa onlar için yanlış seçimdir diyebiliriz.
Dört, profesyonel oyuncu için antrenman metodu önemlidir çünkü motive edicidir.
Beş, profesyonel bir oyuncu sistem seçen değil her sistemde başarıyla oynayandır.
Böyle bir ortamda profesyonel futbolcu eğer teknik direktörüne güven konusunda sorunlar yaşıyorsa ilk önce kendine dönüp profesyonelliğini sorgulamalıdır.
Maça çıkıyor ve oyun içerisinde hala güven konusunu mesele ediyor oynamıyorsa,
İlişkileri profesyonelce yönetme becerisi yerine sabote ediyorsa,
Binlerce taraftarı bilerek üzüyor, bundan hiç rahatsız olmuyor ve kendine çeki düzen vermek yerine şikayet ediyorsa,
Kontrat yaparken profesyonel oynamaya gelince duygusal davranıyorsa,
Bu tarz oyuncu/rla kontratlar karşılıklı fesih edilmelidir.
Çünkü sorunlu futbolcularla uğraşma yeri bu seviyeler değildir.
Aslında Dilmen’in hissi değerlendirmesinden Pereria’nın antrenörlüğünün dışında futbolcu karakterlerine ciddi mesailer harcamak zorunda kaldığı gerçeğine ulaşabiliriz.
Önce oyuncu güven vermeli.
Twitter: @Hulya__Coskun
Instagram: hulyacoskun