hulya.coskun@tele1.com.tr
Doldurulamayan Liderlik Pozisyonları
Sporumuz Covid-19 pandemisi nedeniyle askıda. Aradan yaklaşık iki ay geçti, herkes için bir
belirsizlik, korku ve endişe dönemi devam ediyor.
Salgının en kötüsünün geçtiğine ve ne kadar süreceğine dair henüz kesin bir bilgi yok. Ancak
iyimser olmak için nedenler var. Bunun sonunda sporun/futbolun ne olduğunu ve bize
kazandırdığı her şeyi daha da takdir edeceğimize iknayız belki.
Şu anda, bu anı üretken hale getirmeye, bu zor zamana yardımcı olan şeyleri yapmaya, bu işe geri
dönüldüğünde, daha iyi yönetilmeye ve oyunun adil oynanmasına hazırlanılmalı.
Oysa durduğumuz noktada sporun siyaseti devrede, eller kollar bağlanmış. Yönetmek için
kurumların başında olanlar, yönetim işlevini televizyonlarını izleyerek, akıllı telefonlarını
kurcalayarak ve sosyal medyayı takip ederek yerine getirdiklerini sanıyor.
Örneğin, Basketbol Federasyonu Başkanı Hidayet Türkoğlu, bir canlı yayın bağlantısında,
evinden süreci izlediğini söyledi ve “ligler ne zaman başlayacak hiçbirimizin veremeyeceği
cevap. Süreç bizim dışımızda gelişiyor, biz de takip ediyoruz. Sağlık Bakanlığı ve Bilim
Kurulu’nu bekliyoruz” dedi.
Benzer ifadeleri Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı Nihat Özdemir de kullandı.
Spor Bakanı Muharrem Kasapoğlu ise, her zamanki yuvarlak konuşmalar yaparak, “spor
camiamızın hiçbir şekilde bu süreçten etkilenmemesi ve irtifa kaybetmemesi için bugüne kadar
olduğu gibi bundan sonra da desteklerimize devam edeceğiz” dedi.
Destek dediğiniz nedir? Neleri kapsıyor? Kimler için planlandı? Süresi nedir?
Bilmiyoruz.
Ancak şunu artık kesin olarak biliyoruz. Bakanlık ve başkanlık yapanlar, devasa spor
endüstrisine ilişkin desteğin neleri kapsadığını bilmiyor.
Başka ne biliyoruz?
Bir spor kurulunun oluşturulmadığını.
Spor bilimcilerin görüşlerine başvurulmadığını.
Belirsizliğe karşı tedbir alma yeteneğine sahip olunmadığını.
Zayıf anın, zayıflıklarını ortaya çıkardığını.
Stratejik plan hazırlamak için kurum kültürüne sahibi olmak gerektiğini, düşünebilme
kabiliyetine ihtiyaç olduğunu.
Çalkantılar çağının bizim “yönetenleri” bir türlü çalkalamadığını.
Büyük krizde, oluşan ve oluşacak sorunların farkında bile olmadıklarını.
Dolayısıyla, çözüm için hızlı ve sistematik değerlendirme yapamadıklarını.
Yüzlerini Avrupa’daki federasyon ve kulüplere çevirip “ne yapıyorlarsa biz de aynısını yapalım”
dahi diyemediklerini.
Talimat sevdiklerini.
İrade koymayı sevmediklerini.
Kaçış taktiklerinde başarılı olduklarını.
Sporcu sağlığı refleksi yerine kasa refleksini.
Profesyonelliğin, amatörlük ile eşdeğer algıya sahip olduğu ironisini.
Bilgi, cesaret ve kararlılığın ne kadar kıymetli olduğunu
Bir kez daha örgütlü olamayacaklarını.
Terim’in Ego Sorunsalı
Fatih Terim hoca önce hepimizi korkuttu, sonra sevindirdi. Covid-19 sonucu negatif çıktı.
Virüsle maçını da galibiyetle sonuçlandırdı.
…
Ertuğrul Özkök “nasılsın?” diye Fatih Terim’e telefon açmış.
Hoca şunları söylemiş: “Tamam egomuz var da, Amerika’dan daha büyük bir ego mu vardı bu
dünyada?
Onu atarım, bunu keserim, şunu vururum...
Bak bir virüs ne hale getirdi. Yani artık benim egom, onun egosu, bunların hiçbirinin manası yok.
Hiç birinin esamesi okunmaz. Bütün dünyanın başına geldi bu…”
*
“Evet değişeceğim. Çünkü artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Değişmek zorundayız.
Çünkü değişmezsek mutlu olamayız.
Ben değişeceğim.”
…
İlk dört satırı okuyup, değişim isteği örneklerini Amerika ve dünya üzerinden vermiş olduğunu
görünce,
Freud'un “ego şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir” sözü aklıma geldi.
…
İnsanın değişmesinin kendisiyle ilgili olduğu kadar, çevresinde var olan insanları değiştirmesiyle
de gerçekleşebileceğini düşünenlerdenim.
Hoca ilk adımlarını, “iletişimini yönetenlerin” değişimiyle atmalı.