Günlerin çok yavaş değiştiği… belki hiç değişmediği bir yağmurlu günde yazıyorum. Değişmezlik kendini ilk kez “af” yasasında gösterdi. Düşünce suçları af dışında bırakıldı. Önceki af yasalarında da bu böyleydi. “Düşünme suçu” af dışında bırakılıyordu. Sonra Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor… “af” yasası çarpuk çurpuk sürdürülüyordu.
Görünen şu. Bu değişmeyecek… burdan şu sonuca varabilir miyiz. “Takıldığımız” kimi konular var. Dünya paramparça olsa bile biz bu konuda değişmeyiz. Düşünce suçtur…
İlk değişim… ilk vuruş gösteri sanatlarında olacak… Tiyatronun o büyük… klasik yazarlarını… Aiskhylos… Sophokles… Euripides… oyunlarını sahnede göremeyeceğiz. Tiyatrosuyla… şiiriyle… 2500 yıllık bir kültür yıkılacak… Bu yıkıntı insanoğlunda büyük bir kültür boşluğu yaratacak… kültür boşluğu insanı da vuracak… Dostluk… aşk ilişkileri içerik değiştirecek… Yüzü eski bir dağa benzeyen erkekler… çamlıktan akan suya benzeyen kadınlar yok olacak… Kadını, en ince bir noktasına kadar… yürüyüşüne… adım atışına varıncaya kadar… estetik yok olacak… Sayrı sevgilisine çocuğu gibi bakan kadınlar… ara ki bulasın.
Kaygım şudur… Biz gerçekçiler insan için çok uğraştık… Peki, insanlık bu noktaya nasıl geldi. Şimdiye kadar bu soru sorulamadı…. Sonradan bir virüs sorumlu tutuldu… kolaya kaçtı insanlık…
Böyle bir durumda Aristoteles ne dedi, bir bakalım.
“Belki insanın içinin ne olduğunu kavrarsak bu iş gerçekleşebilir. Çünkü nasıl bir flütçünün, bir heykeltıraşın ve her ustanın genellikle de bir işi ve bir yaptığı olanların iyi olması onların içiyle ilgili görünüyorsa insan için de böyle düşünülebilir. Onun olan işi varsa elbette! Marangozun, ayakkabıcının belli işleri ve yaptıkları vardır da, insanın işi yok mudur? Yani o doğal olarak işsiz mi? Yoksa gözün, eli, ayağın ve genellikle parçalarının her birinin bir işi olduğu ileri sürülebilinir mi? Bu acaba ne olabilir? Yaşamak bitkilerle ortak görünüyor, biz ise insana özgü olanı arıyoruz.” (1)
Aristoteles, bütün yaşama biçimlerini sıralar. Bu biçimlendirmede akıl öne çıkar. İnsanı öbür canlılardan ayıran nokta aklının olmasıdır.
Buna göre insanın işi akla uygun bir yaşamdır. İşte bu unutuldu. Akıl diye sınıfsal çıkarlar öne sürüldü… ona göre yaşandı… Geldiğimiz noktada şimdi bunun hesabı soruluyor. İnsanın işi, insana, politikayla, öyküyle, romanla yalancı bir dünya yaratmak değildi… Ama çeşitli adlar altında bir yalancı dünya yaratıldı.
Şimdi bu dünyanın yıkılışını yaşıyoruz…
(1) Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, Ayraç Yayınları, 1998 Ankara, y. 1098,