Senin adını unutmamak için nereye yazsak bilmiyorum. Bir kez daha suya yazılan bir isim olmasın, Enes Kara… Hatta seni şöyle hatırlayacağım, giderken bile aklı hayatta kalan Enes Kara… Zihninde hala YKS’ye (üniversite sınavına) hazırlanmak olan mühendis olup yeni bir hayat kurabileceğinden bahseden, dupduru gözleri gelecekten bahsederken uzaklara dalan giderayak bizlerle dertleşen ve gerçekten bu dünyada olması gereken zarif bir genç adam. Zarif bir genç adamdı Enes Kara. Bir doktor adayıydı.
Ardında paylaşılmış çaresizlikten başka bir şey bırakmayan bir kayıp daha yaşadık. Bu kaçıncı veda yazısı bilmiyorum. Ve kaç kez tıp fakültesi öğrencilerinin ve asistanlarının yaşadıklarını anlattık gerçekten hatırlamıyorum. Evet, bu bir öğrenilmiş çaresizlik. Hayatı elinden söke söke alınmış her bir genç için ölesiye üzgünüm.
Ve var olabilmek adına gerçekten sahip olduğu tek şeyi bedenini, adeta yaşayamadığı hayatın diyeti gibi alın da kafanıza çalın dercesine önümüze seren her bir genç için kahrolmaktan başka ne geliyor elimizden? Çünkü içine doğduğumuz coğrafyanın tek eğitsel başarısı bize çaresizliği öğretmek. Çaresizlik lanet sistemin boşa dönen tekerleği. Çünkü biliyoruz ki o malum yurtlarda hayat kalanlarla devam edecek. En iyi ihtimalle kişilik bozukluğu olan hasta insanlar, gencecik tıp öğrencilerine mobbing yapmaya devam edecek. Yine 36 saat nöbet tutacak asistanlar; şansları varsa hasta ya da hasta yakınlarının saldırısına uğramayacak ama bitmeyen sınavlarla bitmeyen riskler altında sürgit devam edecek kaos. Oysa onlar bu ülkenin seçilmiş çocukları. Enes de bu ülkenin seçilmiş bir çocuğuydu, gururuydu. Önüne hep daha fazlasını koşup bir türlü rahat huzur vermediğimiz çocuklardan biriydi.
O yurtlarda kaç çocuğun hayatı karardı? Ve daha kaç çocuğun hayatı kararacak, bilmiyoruz. Enes kendini anlatırken kardeşlerinden bahsetmiş, ailesinden bahsetmiş. Bu yazının konusu Enes’in ailesi değil. Suçlanacaklar listesini ifşa etmek hiç değil. Hayata bildiği yerden tutunur insan. Neyi iyi biliyorsa evladına da onu öğretmeye çalışır. Belli ki iyi bilmişler içine doğdukları koşulları. Kendilerince en iyisini istemişler evlatları için. Kendilerince. Çünkü bizim memlekette babaların ‘kendilerince’ büyür büyütülür evlatlar. Biz borçlu büyütülürüz bu topraklarda. Hiçbir zaman tamam olmayız, olamayız. Daima bir yanımız eksiktir, boştur.
Anneye borçluyuzdur babaya borçluyuzdur. Velev ki bir gün ‘yok o senin dediğin gibi değilmiş’ demeye kalksak o uzun ve derin yol ayrımını da göze almamız çoktan öğretilmiştir bize. Çocukken duymadık mı bunları; en iyi ihtimalle bak seni kapıya koyarım, uyarılarını. Hiçbir çocuk kapıda kalmak istemez.
Yaşı kaç olursa olsun.
Enes gitti. Aklında gelecek hayalleriyle gitti. Annesine almak istedikleriyle kız kardeşleri için yapmak istedikleriyle… Enes aklında vazgeçemediği eviyle gitti. O meşhur film repliğindeki gibi: “Ona bir oda ver baba, bir evi olsun, ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev.” Zaman zaman çıkıp gidebileceği bir ev… Dini tercihi mesleği saçının rengi… Ne olursa olsun koşulsuz sevilip kabul göreceği bir ev…