Biz ki çocukluğu ya da ergenliği 12 Eylül 1980 sonrasına denk gelen tuhaf çocuklar, ilk önce korkuyla tanıştık. Tuhaf diyorum çünkü çağın ruhu tuhaftı. Şairin dediği gibi her şey naylondandı, o kadar. Ne müzik müzikti ne sinema sinemaydı… Uzun bakışmalar, bunalım tipler, yandım öldüm bittim şarkı sözleri ve baskıcı ebeveynler. Bakın baskıcı ebeveyn deyip geçmeyin. Çünkü mevzu ciddi. Psikotarih denilen disiplin, tarihin psikolojik analizinden ziyade bireylerin ruhsal tarihine odaklanır. Yani bir zamanlar çocuk olan anne-babanın ruhsal mirasının aktarılmasındaki araç, çocuk yetiştirme stilleridir. Dolayısıyla ebeveynlikteki önemli değişimler toplumun psikolojik yapısını da önemli derecede etkilemektedir. Ebeveynlerin çocuk yetiştirme stilleri tarih boyunca siyasal sistemlerle yakından ilişkilendirilmiştir. Yani aile dediğimiz topluluk ve yuva dediğimiz dört duvar ilk siyasal sınırlardır. Dolayısıyla erk dediğimiz otorite dediğimiz şey de burada şekillenir. Siyasal sistemleri aile ayakta tutar ve aile yıkar. Hatırlayın Demirel’in lafını: ‘Boş tencere iktidar devirir’. Elbette siyasal sistem başkadır iktidar başkadır. Ama bu durum ailenin pek de umurunda değildir.
Yakarsa dünyayı anneler yakar
Peki boş tencere kimin umurundadır. Elbette evde çocukların beslenmesi en çok kimi ilgilendiriyorsa onun. Türkiye geçtiğimiz haftalarda bir kişinin ölümüne sebep olan oğlunu yurtdışına kaçıran Eylem Tok’un mesajını tartıştı. Kabahat işlediğinizde anneniz arkanızı mı toplardı hesabını mı sorardı? Ya da meselenin içinde iki tane anne varsa… Aklıma 18 yaşındaki oğlunu öldüren mahkumu affeden İranlı anne geliyor. Oranın kanunlarına göre anne affederse infaz uygulanmıyor. Mutfak bıçağıyla katledilen çocuğun annesi darağacındaki mahkumu tokatladı, baba boynundaki ipi çıkardı ve iki anne birbirine sarılıp ağladı. Anne öyle uygun gördü ve son nefesinden önce katil affedildi. Düşünün böyle bir olay herhangi bir Avrupa ülkesindeki yaşanabilir miydi, elbette hayır. İşte aile, annelik ve toplumsal geleneklerin psikotarihle ve siyasal sistemlerle ilişkisi böylesine iç içedir. Nitekim Türkiye’nin çeyrek yüzyıllık yakın tarihinin yansımasıdır Eylem Tok vak’ası.
Neden yeni bir tarih yazılıyor?
Söz Demirel’den açılmışken kuramsal bilgilerden kurtaralım kendimizi psikobiyografiye girelim. Çocukluk öyküsüyle Türkiye’yi en çok etkileyen siyasi lider olduğunu söylemek sanırım hata olmaz. Psikotarih bireylerin çocukluk tarihini, psikobiyografisini ve nihayetinde grup psikotarihini araştırır. Demirel, ‘Çoban Sülü’ lakabıyla ve İTÜ’lü genç mühendis olarak toplumun alt ve orta psikosınıflarına hitap etti. Burjuva ona hep saygılıydı. Dinlediği müzikle, akıcı İngilizcesiyle hanımefendi eşiyle… Hiç çocuk sahibi olmamış ama halkın ‘Babası’ olarak rekor oylarla seçim kazanmıştı. Hatta Türk tiyatrosunun duayeni Yıldız Kenter’in ona bir aşk mektubu yazdığı söylenir. Zira Demirel hayatımda hiç aşk mektubu almadım, der ve tiyatrosunu kapanmaktan kurtaran büyük yıldız, Cumhurbaşkanı’na ‘bu bir aşk mektubudur’ başlığıyla bir yazı yazar. Sonrasında Nazmiye Hanım da kendisine teşekkür telefonu açar.
Demirel angaje olmayan; bol iltifatla yedi mahalleyi (ya da tarikatı) idare edebilen ve kendince ‘devletin bekasını’ korumak önceliğiyle siyaset yapmış bir lider olarak tarihe geçti. Devletin bekası onun için her şeyin üzerindeydi. Yöntemleri halen tartışılsa da pişmanlık duyduğu pek düşünülmez. Babalar sever de döver de değil mi? Baba’ya küsülmez. Nitekim yoksulluk içinde devletin elektrik su getiremediği bir köyde doğup büyüyen Demirel için aslolan devletin tartışılmaz gücüydü. Ve bunun için de ne gerekirse yapılırdı. O babasından böyle görmüştü… “Vahim hadiseler de olmuştur ama devletin tasarrufunda olmuştur…” Böylece vicdan rahatlatılır…
28 Şubat sonrası sınıf atlamış İTÜ’lü mühendisler yerine psikotarih, Türkiye için yeni bir paragraf açtı. Var oluşunu riske etmek istemeyen her psikosınıf farklı grup savunmalarına ihtiyaç duyar ve çoğunlukla diğer psikosınıflara karşı hoşgörüsüz ve sert bir tavır içinde olur. Türkiye kutuplaştı. Zafer ve intikam duyguları yeni psikosınıflar ve grup savunmaları oluşturdu. Başka bir yazının konusu olan Türkiye’nin son çeyrek yüzyılında farklı çocuk yetiştirme stilleri, çocukluk travmaları ve aileyi korumak adına ortaya konan yöntemler çarpışmaya başladı. Hatta aynı psikosınıflar içinde. Çünkü mesele artık hayatta kalmaktı. Ve bunun için de sağlıklı genç bir aileye ve güçlü, sözünün eri bir babaya ihtiyaç vardı.
“Her şey çok güzel olacak Ekrem Abi”
Yıldız kumaşı olan hırslı genç bir adam Türkiye siyasi tarihine şimdiden damga vurdu. Hem de hiç beklenmedik bir dönemde alışılmışın dışında bir lider portresi çizerek. İmamoğlu ailesini tatile götüren, akşam vakti kızına resim defteri almak için açık kırtasiye arayan, çocuklarının veli toplantısına katılan bir babaydı. Karısına aşkla bakan, iyi gününde kötü gününde onu yanından ayırmayan hatta dansa kaldıran romantik bir eşti. Tek başına yürürken görebileceğiniz, yolda selamlaşıp hal hatır soracağınız bir hemşeriydi. Yani Türkiye ‘nin sıkıcı, gergin, ulaşılamaz siyasi profillerinin dışındaydı. Ve ona ilk seçim zaferini de getiren slogan şirin bir lise öğrencisinin ağzından çıkmıştı. Düşmanlaştırılan yorgun psikosınıflar için İmamoğlu ve temsil ettiği değerler güvenli ve huzur vericiydi. Elbette bu kamplaşma kısa sürede çözülmeyecek. Ama unutmayın işin içinde yoksulluk varsa bir de anneler varsa teker hızlı döner.
İmamoğlu’nun arkasındaki demeyeceğim yanındaki en büyük güç kadınlardır, annelerdir. Şimdi kendisi büyük bir umudun taşıyıcısı. Dediği gibi 31 Mart bir dönüm noktası. Sadece siyaset açısından değil. Siyasi darbe ve travmaların çocukluğumuzdan yeni yeni ayrıştığı 40 yıllık puslu havanın (bunalımın) dağılması için yeni bir psikotarihin bu kez kazanımlarla yazılması için.