Cumhuriyet’in 100 yılını kutlaması için birkaç gün kaldı. Bir ülke ya da rejim için yüz yılını geride bırakmak sıradan ve geçiştirilecek bir olay değildir. Önemli bir başarıya, dayanıklığa, toplumsal genel kabule ve tarihsel kararlılığa işaret eder. Daha önemlisi, temsil ve ima ettiği değerlerin toplumda tuttuğunu, ideolojik ve felsefi arka planının tarihin ve zamanın ruhuna uygun düştüğünü anlatması bakamından da ayrıca önem taşır.
Türkiye örneğinden bakıldığıda; aydılanma ve modernleşme sürecinin tarihsel bakımdan büyük bir atılımına işaret ettiği gibi, Doğu-İslam dünyasında Ortaçağ gericiliğinin yenilgisini tescil eder.
Ancak siyasal İslamcı AKP ve onun milliyetçi-faşist ortaklarının oluşturduğu iktidar, tarihin akışını geri çevirmeyi bütünüyle başaramasa bile, onu revize etme ısrarını sürdürüyor.
Erdoğan-AKP iktidarının Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünü geçiştirmeye çalıştığı, anlamlı denilebilecek kutlamalar yapılmayacağı –ki bu kutlamaların çoktan yapılmaya başlaması gerekiyordu- anlaşılıyor. Çünkü İslamcı-faşist iktidar, Cumhuriyetin tarihsel, siyasal, hukuksal ve kültürel olarak temsil ettiği bütün değerlere ve kurumlara karşı olduğunu gizlemiyor. Gelgelelim; karşı devrimci iktidar; Cumhuriyeti ve onun kurumlarını büyük ölçüde imha etmesine karşın, onu bütünüyle ortadan kaldırmaya da gücü yetmiyor.
İslamcı AKP’nin kuruluş ve iktidara gelme serüvenine hızla göz atmak bile, neden böyle davrandığını anlamak için yeter. AKP, Batı ve ABD ile çatışarak iktidar olamayacaklarını gören ve bu nedenle emperyalizmle sınırsız ve yüz kızartıcı bir işbirliği yapmaya karar veren İslamcıların partisi olarak kuruldu. Diğer bir anlatımla AKP, dinci programını ancak ABD ve Batı’ya hizmet ederek hayata geçirebileceklerini anlayan şeriatçıların örgütüdür. Bu anlamda, bulunduğu bölgede emperyalizmin kirli işlerini gören İslamcıların siyasi harekettir. AKP’yi kuran grubun, daha otantik bir islamcılığı temsil eden Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Milli Görüş hareketinden ayrılma nedeni de budur.
AKP’nin başarısı, Cumhuriyet’e yönelik gerici eleştirilerini, liberallerin ve sol liberallerin paha biçilmez desteğiyle, kurulu düzene karşı demokratik bir itiraz gibi sunmasında yatıyor. Yaratılan bu yanılsama, solun önemli bir bölümünün gericiliğe yönelik tarihsel eleştirilerinin bile yer yer geri çekilmesine neden oldu. Dahası bu ideolojik hile, laikliği içselleştirmiş halk kesimlerinin solun bir bölümünün direniş refleksinin kırılmasına yol açtı.
SOĞUK SAVAŞ ÜRÜNÜ
Cumhuriyet’in soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı da kesindir. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi, sol korkusu nedeniyle iktidarına son verdiği sınıflar ve ideolojiler ile yeniden uzlaşmış ve fakat onun bu politikası sonunu hazırlamıştır.
Türkiye, Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir. NATO’ya girdikten sonra Sovyetler Birliği ve Sosyalist Blok’a karşı ABD ve Batılı ortaklarının uyguladığı “Yeşil Kuşak” projesinin üssü haline getirilmiştir Türkiye, NATO’nun “Dolaylı Saldırı Doktrini” de denilen stratejik syaset planlamasının hayata geçirildiği ilk cephe ülkesidir.
Dolaylı Saldırı Doktrini; esas olarak sosyalist ve kapitalist blok arasındaki nükleer silah dengesi nedeniyle doğrudan bir savaşın çıkmayacağı varsayımına dayanır. Bu nedenle NATO’ya göre kapitalist ülkelerde yaşayan sosyalistler, Sovyetler Birliği’nin yönlendirmesiyle sisteme karşı dolaylı bir savaş/ saldırı yürütmektedir.
Daha açık bir ifadeyle, bu doktrine göre Sovyetler Birliği ve ortakları, kapitalist ülkelerdeki sosyalist partiler, devrimci gençlik örgütleri, sendikalar ve diğer toplumsal muhalefet güçleri aracılığıyla dolaylı bir savaş yürütmektedir. O halde adı geçen kesimler yurttaş değil, düşmandır. Bu durumda onlara karşı hukuk ve yasalarla sınırlandırılmamış örtülü ve “gayri nizami” bir savaş yürütülmeli, “düşman hukuku” uygulanmalıdır.
İşte, asıl adı “Süper-NATO” ya da “İnter NATO” olan, Batılı ülkelerde Gladyo, Türkiye’de ise Kontrgerilla diye bilinen, yasadışı faşizan ve paramiliter örgütlenmenin varlığı da bu değerlendirmeye dayanır. Sovyetler Birliği’nden gelecek açık bir işgal girişimine karşı gerilla savaşı verme hazırlığı ise, “derin devlet” de denilen Gladyo ya da Kontrgerillanın, önemli olmakla birlikte, ikincil varlık gerekçesidir.
Bu doktrin, küresel ölçekte NATO’nun, ulusal ölçekte de başta TSK olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu güçlerinin, solun önünü kesebilmek için İslamcılarla ve faşistlerle işbirliği yapmalarının, onları destekleyip büyütmelerinin belirleyici nedenini oluşturmaktadır.
Bu anlamda, siyasal İslamcı hareket bir Soğuk Savaş ürünü ve emperyalizmin çocuğudur.
TEREDDÜT ETMEDİLER
Cumhuriyet burjuvazisi korkaktır. Özellikle asker ve sivil bürokrasinin sistem içinde öne çıkmasının ve merkezi bir güç kazanmasının belki de en önemli nedeni Cumhuriyet burjuvazisinin bu korkaklığıdır.
Cumhuriyet’in daha kuruluşundan itibaren burjuvazinin sosyal/ sınıfsal, ekonomik ve entelektüel bakımdan zayıf olması, tarihsel korkaklığının başlıca nedenidir.
Cumhuriyet’in kurucu kuvvetlerinin sola karşı düşmanca bir tutum izlemesi, Soğuk Savaş döneminin hoyrat ve kıyıcı anti-komünist siyasetiyle birleşince tam bir faciaya yol açtı. İslamcılıkla uzlaşan Cumhuriyet burjuvazisinin ve bürokrasisinin bir kanadı, sonunda Cumhuriyet’i cami avlusunda terk etti.
Bu ihanetin sonuçları yıkıcı oldu. Ülke yakaladığı sanayi devrimi ve aydınlanma atılımını yozlaştırmaya ve giderek terk etmeye, yeniden geri ve dinselliğin belirleyici olduğu, akıl ve bilimden kopuk bir toplum haline gelmeye aşladı. Rejim, ülkenin en seçkin aydınlarını, toplumu 21. Yüzyılda taşıyacak kadrolarını, en pırıltılı yurttaşlarını, akademisyenlerini, sanatçılarını, özetle yetişmiş insan gücünü imha etmeye yöneldi.
Öyle ki; Türkiye’nin seçkin denebilecek yazar ve sanatçıları arasında bir dönem hapis yatmamış ve eziyete uğramamış bir kişiyi bulmak mümkün değildir.
Sonuç olarak; Cumhuriyet burjuvazisi sol düşmanlığı ve muhafazakârlaşma politikalarının sonucunda kendi devrimini teslim etti. Cumhuriyet’i cami avlusunda terk edilmiş bulan İslamcılar ise onu boğazlamakta tereddüt etmedi.
SAHİPLENME ZAMANI
Diğer taraftan, halk uzunca süredir, ulusal bayramlarda sokaklara çıkarak, yürüyüşler yaparak Cumhuriyet’i kitlesel olarak sahiplenmeye başladı. Üstelik, AKP iktidarının bu yıldönümlerinde çeşitli bahanelerle koyduğu yasakları tanımadı. Cumhuriyetçi çevrelerin önderliğindeki kitleler, siyasal İslamcıların, muhafazakârların ve liberallerin kurduğu ablukayı her defasında aştı. Sokağa çıkan milyonlarca insan Cumhuriyet’i bir anlamda geri aldı. Bu değerlidir.
Sokaklara çıkan cumhuriyetçi ve seküler yaşam tarzını savunan kitleler, İslamcı iktidarın en büyük korkusudur. Bu nedenle AKP iktidarı milyonlarca yurttaşı, örneğin Gezi Direnişi’ne katılanları “terörist” ya da “darbeci” ilan etti.
Dolayısıyla, Cumhuriyet’in 100. Yılını meydanlarda, caddelerde, bulvarlarda kitlesel olarak kutlamak, hiç olmadığı kadar önem kazandı. Cumhuriyeti kutlamak, demokrasi, adalet, özgürlük ve kadın hakları mücadelesini yükseltmek için yürütülen kavgayla özdeşleşmeye başladı.
Bugün artık devlet İslamcı-muhafazakar oligarşinin, Cumhuriyet ise halkındır. Bu nedenle, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin Cumhuriyet ve onun simgeleriyle yeniden barışmasının, onun ilerici birikimini amasız-fakatsız shiplenmesinin zamanı geldi de geçmektedir.
*BU YAZI İLK OLARAK BİRGÜN GAZETESİ'NDE YAYINLANMIŞTIR