Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı dolayısıyla bu hafta Salı günü yazmaya başladığım Cumhuriyet yazılarımın ikincisini “Tuşluyorum” veya bir başka deyişle, “Bilgisayara alıyorum” (Kaleme alıyorum) bugün.
Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, kendisini yıkmaya yönelik bütün saldırılara, bütün çabalara karşın niçin yıkılamamıştır?
“Demokratik ve Laik Cumhuriyeti Niçin Yıkamayacaklar?” başlıklı yazımı bitirirken şöyle demiştim:
“Mevcut iktidar, yukarıda tanımladığım bu Cumhuriyet fikrine, özellikle de Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti idealine karşıdır ve uygulamada onu yıktığını sanmaktadır:
Ama Atatürk’e borçlu olduğumuz bu fikir, bu ideal, hem yüreklerimizde ve beyinlerimizde yaşadığı hem de tarih, insanlık ve bilim önünde haklı olduğumuz için, onu yıkamamıştır, yıkamayacaktır!”
Demek ki neymiş?
1) Cumhuriyet rejimi bir fikirmiş.
2) Cumhuriyet rejimi bir idealmiş.
3) Cumhuriyet fikri ve ideali, yüreklerimizde yaşıyormuş, yani onu kalbimizle seviyormuşuz.
4) Cumhuriyet fikri ve ideali, beyinlerimizde yaşıyormuş, yani onu aklımızla savunuyormuşuz.
5) Cumhuriyet fikrini, idealini savunanlar, Tarih önünde haklıymış.
6) Cumhuriyet fikrini, idealini savunanlar, insanlığın evrim çizgisi açısından haklıymış.
7) Cumhuriyet fikrini, idealini savunanlar, bilimsel düşünce bakımından haklıymış.
***
Peki yukarıdaki yedi nokta neden hem gerçektir hem de doğrudur?
Çünkü Demokratik ve Laik Cumhuriyet fikri ve ideali, daha ayrıntılı olarak “Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti” hedefi, kendiliğinden ortaya çıkmamış, insanlık tarihinin belli bir aşamasında, çok kan, ter ve gözyaşı dökülerek yaratılmış olan bir fikir ve idealdir.
Arkasında, Tarım Döneminin toprak ağalarına, (asilzadelerine, beylerine, ayan ve eşrafına) ve din adamlarına (kiliseye, tarikatlara) dayalı olan, imparatorlukları, krallıkları, şahlıkları, padişahlıkları çökerten, değişme ve gelişmeler yatmaktadır.
Sanayi Devrimi’nin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısı, Tarım Devriminin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısını çökertirken ve çökerttikten sonra, Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi fikirleri birlikte gelişmeye başlamıştır.
***
İlk savaşım, yeni oluşan sermaye sınıfının toprak ağalarının ve din adamlarının egemenliğine karşı giriştikleri mücadele ile tarih sahnesine çıkmıştır.
Amerikan ve Fransız Devrimleri, sermaye sınıfının güçlenmesi sonunda oluşan milliyetçilik ve laiklik eğilimlerinin dışavurumlarıdır.
Sermaye sınıfı kuvvetlendikçe, yani toprak ağalarının ve din adamlarının egemenliğine son verip kendi üretim biçimlerini egemen kıldıkça, o dönemdeki teknoloji dolayısıyla, işçi sınıfı da gelişmeye ve güçlenmeye başlamıştır.
Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi fikirleri, ancak işçi sınıfının güçlenmesi sonunda siyaset sahnesine yansımıştır:
İşçi sınıfının gelişmesi ve güçlenmesi sonunda Fransa’da, 1830 ve 1848 ihtilalleri, Paris Komünü, İngiltere’de Peterloo Katliamı gibi hareketler ortaya çıkmış, Avrupa’da Demokrasi, Rusya’da Bolşevizm siyaset sahnesinde egemen olmaya başlamıştır.
Birinci Dünya Savaşı nasıl Tarım Dönemi imparatorluklarına son verdiyse İkinci Dünya Savaşı da Laikliğin, Demokrasi’nin ve Cumhuriyet’in Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet anlayışıyla bütünleşmesine yol açmıştır.
Dünyanın hiçbir yerinde, (bugün dahil) hiçbir zaman Sermaye Sınıfı tek başına Demokratik bir rejim kurmamış, kuramamıştır.
Laikliğin, Demokrasi’nin ve Cumhuriyetin tohumları ancak işçi sınıfının güçlenmesi ve zorlamasıyla filizlenmiştir.
Türkiye’deki Demokratik ve Laik Cumhuriyetin 21. Yüzyılda, Cumhuriyetin yüzüncü yılında bile, hâlâ düşmanca saldırılara muhatap olmasının nedeni:
Sermaye ve işçi sınıfları gelişmeden Çok Partili Düzen’e geçilmiş olmasından...
Ve özellikle de sermaye ile işçi sınıflarının hâlâ devam eden güçsüzlüklerinden ve bilinçsizliklerinden kaynaklanmaktadır.